Önceki gün yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci turunda Tayyip Erdoğan oyların % 52,15 ini alarak bir dönem daha cumhurbaşkanı seçildi. Diğer aday Kemal Kılıçdaroğlu ise % 47,85 alarak seçimi kaybetti. Devletimize, milletimize hayırlı olsun.
Bu seçimde esas üzerinde durulması gereken nokta katılım oranının yüksekliği oldu. 14 Mayısta yapılan ilk turda katılım % 87'yi bulurken, 28 Mayıs seçiminde ise % 85,5 de kaldı. Bu oranlar şimdiye kadar Türkiye'de yapılan seçimlerde erişilen en yüksek rakam diyebiliriz. Katılımın yüksekliği bize bu seçimlerin niteliği hakkında önemli bir fikir veriyor. Bu seçim iki aday arasında yapılmış gibi görülse de aslında iki siyasal sistem arasında yapıldı. Bunlardan birincisi 1945 yılından beri körü körüne bağlı olduğumuz ve bize Batı'nın gizli sömürgesi olmak dışında hiçbir yararı olmayan parlamenter sistem, diğeri de kararların hızlıca alındığı, Batı'dan bağımsız, yeni oluşmakta olan çok kutuplu dünyanın saygın bir üyesi olmamıza yardım edecek başkanlık sistemi.
Türk seçmeni Erdoğan'ın şahsında bağımsızlığı, özgürlüğü ve kalkınmayı seçti. Muhalefetin süslü kelimelerle pazarlamaya çalıştığı, milli ve dini kimliğimizi yok etmeye yönelik, LGBT ve her türlü ahlaksızlığı içimize sokarak soyumuzu kurutmaya çalışan sözde çağdaş, liberal toplum yapısına yönelik talepleri elinin tersiyle itti.
Ancak sistem seçimlerinde % 4 lük bir üstünlük bir şey ifade etmez. Gelecek seçimlerde aynı gerilimleri yaşamamak, seçimleri adaylar arasında bir tercih düzeyine indirebilmek için yeni sistemin oyların en az %60-70 ini alması gerekir. Bu durumda ülkenin yönü kesinlikle belirlenir ve bu yön kalıcı olur. Cumhurbaşkanımızın önündeki en büyük görevlerden biri de gelecek günlerde Türkiye'nin siyasi ve toplumsal yapısını yeniden gözden geçirerek aldığı %52 lik oyu nasıl artırabileceğini düşünmek olmalıdır.
Yeni siyasi sistemin savunucuları öncelikle şu soruyu sormalıdır. Batı taraftarı kesim kimlerden oluşmaktadır? Gerçekten yüzde 48'in tamamı Batı taraftarı mıdır, yoksa bu tercihin farklı nedenleri mi vardır? Bize göre gerçek Batı taraftarı kesim % 30ları geçmez. Bunun dışındakiler ise farklı nedenlerle iktidara ters düşmüşlerdir. Örneğin dünya görüşleri % 52 lik çoğunluktan pek farklı olmayan önemli bir kesim Erdoğan karşıtlığı, örgütten dışlanmışlık ve benzer kişisel nedenlerle muhalefetin yanında yer almaktadır. Bu sorun en kısa zamanda çözülmelidir. Bunun dışında yine sayıları 5 milyonun üzerinde oldukça önemli bir Alevi kesim vardır ki geleneksel olarak muhalefete oy vermektedir. Aleviler bizim canlarımızdır. Onları Türk toplumundan ayrı tutmak söz konusu olamaz. Ancak tarihten gelen bazı kötü hatıralar bu kesimde devlete karşı bir korku ve kuşku birikimi yerleşmesine neden olmuştur. Bu birikim de seçimde iktidar partisine ve onun önerilerine muhalefet olarak oy sandığına yansımaktadır. Bu kuşku ortamı mutlaka giderilmelidir.
Muhalefete yakınlık gösteren bir başka kesim ise Kürt asıllı vatandaşlarımızdır. Bu vatandaşlarımız da yıllardan beri özellikle yabancı çevreler tarafından üzerlerinde uygulanan etnik kökenli ayrılıkçı teşvikler nedeniyle devlete ve dolayısıyla iktidara karşı muhalefet yanında olmayı seçmiştir. Bu ayrılıkçı baskı PKK eliyle dinsizlik propagandasına kadar uzanmakta ve böylece Kürt-Türk arasındaki en önemli bağ koparılmaya çalışılmaktadır. Bu bakımdan iktidarın bir Müslüman Kürt partisi olan Hüda Par ile birlikteliği önem taşımaktadır. Bu birlikteliğin sonucu son seçimde de görülmüş, doğudaki Kürt oylarının yavaş da olsa iktidar yönüne kaymakta olduğu gözlemlenmiştir.
Büyük şehirlerin zengin kesimlerinde ve sahillerde yaşayan Batıcı kesim ise yaklaşık iki yüz yıllık bir kültürel ve ideolojik baskının sonucu ve yaşam biçimlerinin de etkisiyle ana kitleden kopuk hale gelmiştir. Yazar Ataol Behramoğlu bu kitleyi şöyle tanımlamaktadır; " Aydınlanmış, bilinçli kent oyu". Behramoğlu burada aydınlanmış sözcüğünü Fransız burjuva devrimini temel alarak kullanmış olsa gerek. Bu kesim hem yaşam biçimi açısından, hem kör ideolojik saplantıları açısından toplumla uyuşması en zor kesimdir. Bunlara ek olarak bir büyük tehlike de üniversite eğitiminden gelmektedir. Uygulanan tercih sistemi nedeniyle birçok gencimiz yaşadıkları evlerinden, yurtlarından koparılarak farklı şehirlerde eğitim görmek zorunda kalmaktadır. Buralarda ise içinde bulundukları toplumdan uzak gettolar biçiminde bir kampus hayatı sürmekte ve bu hayat onlar üzerinde derin etkiler bırakmaktadır. Bu durum ise hem ailelere aşırı bir yük getirmekte hem de çocuklarının kendilerinden duygusal ve kültürel olarak uzaklaşmasına neden olmaktadır. Bu bakımdan üniversite yerleştirme sistemi olsun, eğitim biçimi olsun baştan aşağı yenilenmelidir. Zor ve zaman alıcı bir süreç sonunda gençlerimizi milli ve dini duygulara sahip bireyler olarak yeniden kazanacağımıza inanmaktayız.
Önümüzde yerel seçimler vardır. On ay gibi kısa bir süre içinde hep birlikte çok çalışmak ve Türkiye yüzyılını kurmak için koşar adımlarla ilerlemek zorundayız.