Aspirin
Bugün siyaseti bırakalım. Bakalım İmamoğlunun mahkumiyet kararının altında neler yatıyor.
Şimdiden yorum yapmak biraz erken olur. Sevinenler sevinsin, üzülenler üzülsün, konuşanlar
konuşsun. En sonunda da biz konuşuruz. Biz bu gün Aspirinden söz edeceğiz. Hani başımız, dişimiz
ağırdığında hemen yardımımıza koşan Aspirin, tam adıyla Aspirin Bayer.
Aspirinin hikayesi şöyle başlar. İnsanlar ağrı kesici olarak ilk çağlardan beri söğüt ağacının kabuklarını
kaynatıp suyunu içerlerdi. Bu çok zahmetli bir iş olduğu için erişimi kolay değildi. İşte Felix Hoffman
isimli bir Alman kimyager söğüt ağacının kabuklarında bulunan salisilat bileşiğini asetik asit ile
tepkimeye sokarak ilk defa olarak asetil salisilik asit, yani aspirin sentezini yaptı. Daha sonra söğüt
ağacı işleme girmeksizin tüm sentezi laboratuar ortamında yapmayı başardı. Buluşunu o zaman
Almanyanın başlıca kimya sanayi kuruluşlarından biri olan Bayer şirketiyle paylaşarak ilaç olarak
piyasaya sürdü.
Hoffman bununla da kalmadı. O tarihlerde ağrı kesici olarak kullanılan morfinin yan etkilerini
azaltmak amacıyla onu da asetik asit ile birleştirirerek eroin isimli bileşiği buldu. Bu bileşik uzun yıllar,
1930 lara kadar ağrı kesici ve öksürük dindirici olarak kullanıldı. Bağımlılık yaptığı ortaya çıktığından
bu tarihlerden sonra piyasada satışı yasaklandı.
Aspirinin hikayesini şunun için anlattık. Doğada bütün bitkilerde çeşitli farklı kimyasallar bulunur.
Bunların bir kısmı zehirli olmakla beraber, bir kısmı da hastalıkların tedavisinde, ya da sağlığımızın
korunmasında önemli görevler yapar. İşte asetil salisilik asit de bunlardan biridir. Başımız ağrınca ecza
dolabına koşar bir aspirin hapı içeriz. Peki aspirin hapı olmasaydı ne yapacaktık? Önce bir dere
kenarına gidip söğüt ağacı aramaya başlayacaktık. Bulduğumuz ağacın kabuklarını doğrayıp kaynar
suda bir süre bekletecektik. Sonra da bu suyu soğutup içecektik.Talihliysek bu işi bir günde
bitirebilecektik.
Diyelim ki bu sudan içtik. Baş ağrımızın tedavisi için ne kadar kimyasala gerek olduğunu biliyor
muyuz? Hayır. Kaynattığımız söğüt kabuğundaki kimyasal miktarını ölçebiliyor muyuz? Hayır. O halde
ilacın yetersiz mi yoksa çok fazla mı olduğunu bilmeden rastgele bir tedavi yapıyoruz.
İşin püf noktası da burada. Özellikle büyükşehirlerde çok katlı apartmanlarda yaşayanlar arasında bir
doğaya dönüş tutkusu yaşanıyor. Bu tutku yiyecek içecek ve ilaç konularında daha belirgin oluyor.
Örneğin adama askorbik asit dedin mi korkudan yatağın altına saklanıyor. Bilmez ki bu birçok meyve
ve sebzede bulunan C vitamininin kimyasal adı. Kimyasal maddeleri hap içinde veya şurup şeklinde
almaya karşılar, bunun kendilerini zehirleyeceği kuşkusunu yaşıyorlar. Hatta bir kısmı daha da ileri
gidiyor bazı yabancı güçlerin, hatta uzaylıların kendilerine karşı bir komplo kurduğunu, bu
kimyasallarla onları kontrol altına alacaklarını düşünüyorlar. Unutmayalım, Covid-19 aşılanmasının
yoğun olduğu günlerde birilerin aşının içine çip yerleştirdiğini, aşı olurken bu çipin insanlara
aktarılacağını düşünüp aşı olmaktan kaçınanlar vardı.
Bu kuşkularla dolu insanlar hazır ilaç ve hazır gıdalardan uzak duruyorlar. Ambalajların üzerindeki
kimyasal isimler onları korkutuyor. Hazır ilaç içmek yerine çeşitli otları kaynatarak içmeyi yeğliyorlar.
Çoğu zaman da yanlış bir ot kaynattıkları için zehirleniyorlar. Hazır yiyeceklerde kızarmış yağ var diye
yemiyorlar, ama tavadaki kızartma yağını ziyan olmasın diye altı-yedi sefer kullanıyorlar.
Önceki gün sabah hava rüzgarsızdı. Sahil yolunda koşu yapan birçok insan gördüm. Defalarca uyardık,
trafik olan yollarda koşu yapmayın. Solunum hızınız yaklaşık ikiye katlanır. Bu durumda her
zamankinden iki kat fazla CO, CO2 ve diğer zehirli egzos gazı solursunuz. Dinletemedik, mis gibi deniz
havası diyorlar.