Önce kısaca bir enflasyon tanımı yapalım. Enflasyon kısaca para bolluğu demektir. Piyasada dolaşan toplam para miktarı piyasadaki mal ve hizmetlerin toplamına bölünürse o mal ve hizmetlerin birim değeri ortaya çıkar. Bu takdirde piyasadaki mal ve hizmetler artmadığı halde para miktarı artarsa fiyatlar yükselir, yani kısacası enflasyon yani pahalılık olur.
Klasik iktisat pahalılığı önlemek için kısa fakat tehlikeli bir yol bulmuştur; faizleri yükseltmek. Böylelikle insanlar ellerindeki parayı faiz getirecek kağıtlara yatırırlar. Bunun sonucu piyasada dolaşan para azalır, fiyatlar da düşer. Bu çözüm dikkatlice uygulanırsa durağan ekonomiler için uygundur. Ancak Türkiye gibi gelişme ihtiyacında olan ve yolda hızla koşmakta olan ülkeler için son derece tehlikelidir. Çünkü faizler yüksek olunca yatırım yapacak kimseler borç almaktan çekinir, yatırım yapamaz. Yatırım olmayınca da üretim artmaz, ilerleme olmaz.
İşte hükümetimiz klasik iktisatçıların ve muhalefetin ısrarla uygulamamızı istediği yüksek faiz politikasının tam tersini uygulayarak faizleri düşürmüş, böylece piyasada bir para bolluğu oluşturmuştur. Bunun sonucunda yatırım yapmak kolaylaşmış, yurdun her köşesi bir şantiyeye dönmüştür. İlk zamanlarda pahalılık doğal olarak büyük ölçüde artmıştır. Ancak birkaç aydır, dünya fiyatlarının da sabitleşmesiyle birlikte temel mal fiyatlarında bir artış görülmemektedir. Yatırımlar meyvesini verip üretime geçince pahalılığın ortadan kalkacağını söylemek de mümkündür.
Bütün bunlara karşın marketlerdeki günlük tüketim mallarına sürekli zam yapılmaktadır. Temel girdi maliyetlerinde bir artış olmadığı halde bu fiyat artışlarına ekonomik açıdan bir açıklama mümkün değildir. Bir kısım çevreler en ufak bir olayı bahane ederek halkın günlük ihtiyaçları olan ürünlere sürekli zam yapmaktadır. İşte bu zamlara son gerekçe olarak da asgari ücretlerdeki artış gösterilmektedir. İşin iktisadi mantığına bakılırsa bu gerekçeler haklıdır. Çünkü asgari ücret artışıyla birlikte tüketicinin eline fazla para geçmiş, bunun sonucu piyasadaki para miktarı artmış, bu da fiyatlara etki etmiştir. Biz bunun böyle olmadığını açıklayacağız.
Yaklaşık verilere göre Türkiye'de 7 milyona yakın kişi asgari ücretle çalışıyor. Ancak bu kağıt üzerinde görünen durum. Çünkü bunun 4 milyona yakını sigortadan emekli olabilmek için çalışmadığı halde primini kendi ödeyerek bir yakının yanında çalışanlardan ve gerçekte asgari ücretten daha fazla maaş aldığı halde işverenle anlaşmalı olarak düşük prim ödemek amacıyla asgari ücretli olarak kaydedilenlerden oluşuyor. Böylelikle toplam gerçek asgari ücretli sayısı 3 milyon civarına düşmüş oluyor.
İşin siyasi ve sosyal yansımalarını bir tarafa bırakalım; bu insanlara verilen net ücret 5500 liradan 8500 liraya çıktı, yani kişi başı 3 bin lira bir artış var. Bu rakamı gerçek asgari ücretli sayısıyla çarparsak 3000x3,000,000=9,000,000,000 piyasaya her ay fazladan 9 milyar lira fazla para girecek. Şimdi işin püf noktasına gelelim, TCMB rakamlarına göre piyasadaki para hacmi yaklaşık 300 milyar liradır. Bu 9 milyar liranın tamamı piyasaya girse ki girmez, artış % 3 civarında olacaktır. Sözün kısası bunun enflasyona etkisi en fazla % 1 demektir.
Bakıyoruz birkaç gündür tuvalet kağıdına % 50 ye yakın zam gelmiş. Orman işletmesine sordum, biz keresteye zam yapmadık dediler. Enerji fiyatlarına bir zam yok. İşçiye zam yapıldı, onu fiyatlara yansıttık deseler, o da yalan. Bu zam ocak maaşlarına yansıyacak. Kala kala tuvalet kağıdına döktükleri esans fiyatları kaldı. Onu da kusura bakmasınlar araştırmadım.
Görülüyor ki bu zamların hiçbir ekonomik gerekçesi yok. Öte yandan üç harflilerden birinin yöneticisi geçtiğimiz gün bütün müşterilerine bela okumuştu. Her halde esnaflık tarihinde müşterisine bela okuyan adam örneği diye kitaplarda okutulacak bu yaptıkları. Hiçbir esnaf, tecrübesiz, genç ve cahil bile olsa böyle bir hata yapmaz. Ama bu adam yaptı. Birileri bir oyun oynuyor, ama bundan ne kazanacakları da belli değil. Bakalım, göreceğiz.