Adamlar maça çıkmadı. Hatta takım bile kurmadılar. Sıcacık odalarında oturup, viskilerini yudumlayıp maçı hükmen kazandılar. Nasıl oldu bu?
Maça çıkmadan oyunu kazanmanın en kolay yolu karşı tarafı satın almaktır. Kaleciyi satın alırsınız, olmadık yerde gol yer. Oyuncuyu satın alırsınız, kaleciyle karşı karşıya kalır ama topu taca atar. Olmadı gider hakeme tekme atıp kendini oyundan attırır. Ya da yöneticiyi satın alırsınız, bir cahil çocuk gibi olmadık hatalar yapar, takımı uçuruma sürükler.
İşte geçtiğimiz 29 Aralık günü de böyle oldu, İngilizler içimizdeki İngilizlerin yardımıyla millete karşı saldırıya geçtiler. Çok şükür ki oyunu çabuk fark ettik, fazla zarar görmeden dizginleri ele aldık.
Oyun aslında futbol idi ama top hiç sahaya inmedi. Olaylar şöyle başladı; geçtiğimiz yaz Fenerbahçe ve Galatasaray takımları arasında oynanacak olan süper kupa maçının yeri ve tarihi tartışılmaya başlandı. Bu gibi müsabakalarda kulüpler en fazla gelir getirecek tarih ve mekan seçilmesine gayret ederler. Özellikle bizim kulüplerimiz borç içinde yüzdükleri için arayış başladı. Sonunda Suudi Arabistan'ın Riyad şehri ve 29 Aralık tarihi hem kulüpler , hem de TFF tarafından uygun görüldü. Kış mevsimi, Arabistanda hava ılık olur, yağış riski çok az. Ayrıca Suudiler birkaç yıldır futbola özel ilgi gösteriyorlar, dünya kadar yatırım yapıyorlar. Böyle iki önemli takımın maçı ilgilerini çeker, tribünler zengin Araplarla dolar, biz de para kazanırız diye düşünüldü. Bizdeki biletler 100 lira ise onlardaki 100 dolar olur, bu da bütçelerimizi doğrultmaya yarar. Hem bu Suudiler İspanya'dan, şuradan buradan emekli olan sporcuları alıp orada oynatıyorlar, belki bizim de emekli edeceğimiz birkaç oyuncu gözlerine girer de satış pazarlıklarına başlarız dediler.
Buraya kadar herşey güzel. Ama sonbahara gelindiğinde tartışmalar başladı. Malum kesim Türkiye'de yaygaraya başladı "Efendim Araplar I.Dünya Savaşında bizi arkadan vurdu, hem bunlar aşırı dinci, Cumhuriyetin 100. yılında nasıl olur da böyle bir ülkede maç yaparsınız". Bu tartışmalar bir süre devam etti. Hatta bir ara Fenerbahçe başkanı Ali Koç da Suudi Arabistan'dan vaz geçer gibi oldu, ama sonra tekrar anlaşma sağlandı ve karar kesinleşti.
Biz o günlerde bu işin içine birileri burnunu soktu, bakalım ne olacak diye kuşkulanmaya başlamıştık. Kuşkularımızın ne kadar haklı olduğu 29 Aralık günü ortaya çıktı. Suudiler takımlar önerdiği Atatürk baskılı T-shirtleri ve Atatürk'ün sözleri yazılı pankartları onaylamamış, bu nedenle her iki takım da maçı oynamama kararı alarak Türkiye'ye dönüş yolculuğuna başlamışlar. Tabi aynı anda malum kişiler yayına başladı "Kahrolsun Araplar", "İrticaya ölüm", ve başkaları. Bu arada Cumhurbaşkanımıza da istifa diyenler oldu.
İşe yüzeyden bakarsak insanlar tepki vermekte haklı görülüyor. Atatürk cumhuriyetin kurucu lideri. Hepimiz onu az veya çok severiz, sayarız. Hiçbir şey olmasa bile bu bizim devletimize yapılmış bir hakarettir, gereken cevap verilmiştir deyip bunu yapan kulüp yöneticilerini alkışlarız. Ancak gerçek böyle değil. Dünyadaki bütün futbol faaliyetleri FİFA ( uluslararası futbol birliği) kurallarına uygun olarak yapılmak zorunda. Bu kurallara göre oyuncuların formalarında kulüp veya sponsorunun ismi dışında bir yazı veya görüntü taşımaları yasak. Hele hele hiç bir takım elinde hangi konuda olursa olsun bir pankart veya resimle sahaya çıkamaz. Bu ister Atatürk, ister George Washington, isterse Ajda Pekkan olsun. Kola reklamı da yasak, deterjan reklamı da. Böylece futbol maçları üzerinden siyasi ve ticari kavgaların yapılmasının önüne geçiliyor. Bu yasağa ulusal federasyonlar da uymak zorunda. Şayet farklı bir resim veya slogan ile sahaya çıkmak istiyorsanız önceden FİFA'dan izin almanız gerekiyor. Bu konuda İstiklal Marşı ile ilgili izin alınmış. Bilindiği gibi dünyada oynanan maçlarda milli maçlar dışında milli marşlar çalınmıyor. Ama bizde adet olmuş, çalınıyor. Bizimkiler de rica etmişler önceden, FİFA da kabul etmiş. Gariptir ki Atatürk resmi ve sloganları o gün gündeme getirmemişler. Maça çıkmadan iki saat önce bu öneriyi yapınca da Suudiler düşünmeden red etmiş.
Düşünelim bir kere, koskoca kulüp yöneticilerinin bu kuralları bilmemesi mümkün mü? Değil, demek ki işin içine bir iş var. O zaman nedir bu?
1) Filistin'de İsrail'in yaptığı katliam konusunu gündemden düşürmek.
2)Türkiye'deki Arap düşmanlığını alevlendirmek.
3) Muhalefetteki, özellikle CHP içindeki kavgayı unutturup CHP'ye moral vermek.
4)Suudilerle aramızda gelişen ekonomik işbirliğini baltalamak.
5)İrtica tehdidi balonunu yeniden şişirmek.
Çok şükür, ucuz atlattık. Olan kulüplerin kazanacağı paraya oldu. Vatandaşımız uyandı, muhalefetin adanmış kitlesi dışında kimse ayağa kalkıp da yeni bir Gezi olayına kalkışmadı. Milletimiz en güzel cevabı ise on binleri 1 Ocak 2024 sabahı Galata Köprüsünde toplayarak verdi. Çeşitli şekillerde hakaret ettikleri Suudiler de son derece diplomatik davrandılar. Bu iş ticari ilişkileri etkilemez. Suudi yöneticileri iki asırdır kucaklarından inmedikleri İngilizlerden uzaklaşma çabasında. Onlar da dünyanın geleceğinin Batı'da olmadığının farkına vardılar. İngiliz bankalarındaki paralarını çekip yavaş yavaş dünyanın başka ülkelerindeki yatırımlara aktarıyorlar. Bunların başında da Türkiye geliyor.
Şimdi Aziz Yıldırım'ın şike komplosuyla neden bir yıl hapis yatmak zorunda kaldığı çok iyi anlaşılmıyor mu?