Her ne demekse bu, Kürtçe bir kelam işte. İddiaya göre Kürtler bu sözleri barış süreci kapsamında Diyarbakır'da yapılan şenliklerde söylemişler. Aradan on yıl geçtikten sonra hükümet PKK terör örgütüne karşı tavır aldıkta muhalifler bu olayı öne sürerek "Siz bir zaman Kürtlerin Megri, megri diye tempo tutmasına ses çıkarmadınız, şimdi ise PKK'ya karşı çıkar görünüyorsunuz, sizin samimiyetinize nasıl güvenelim" diyorlar.
Olaya yüzeyden bakıldığında haklı görünüyor bu muhalefet. Aynı kapsamda Milli İstihbarat Teşkilatının 2012 yılında Oslo'da terör örgütü temsilcileri ile gizli görüşmeler yapması, Habur'da teslim olan teröristlerin tutuklanmayıp alelacele sınırda oluşturulan bir mahkeme ile salıverilmesi de eleştiri konusu oluyor. Hele hele iki yıl süren barış süreci bunların başlıca eleştiri konusu. Bazıları daha da ileri giderek Türk yetkililerin Kuzey Irak Kürdistan yetkilileri ile resmi temaslar yapmasına da karşı çıkıyor.
Öncelikle söyleyelim, Kürt kökenli vatandaşlarımız diğer tüm vatandaşlarımız gibi eşit haklara sahiptir, biz onları diğer vatandaşlarımız kadar sever, bağrımıza basarız. Bizim karşı olduğumuz, Kürtlere sahip çıkıyoruz iddiasıyla ortaya çıkıp ortalığı kana bulayan, gerçekte Türkiye, Suriye, Irak ve İranı parçalayarak burada Batı'ya bağlı terörist bir devlet kurmak isteyen PKK ve PYD isimli terör örgütleridir.
Konumuza dönelim; PKK terör örgütü 80 lerde ortaya çıktığında "Biz Kürtlerin haklarını koruyoruz, onlara devlet tarafından yapılan kötü muamele ve ayırımcılığa karşıyız" gibi gerekçeler ortaya sürmüşlerdi. Neden teröre başvurdukları sorulduğunda ise "karşımızda muhatap bulamıyoruz, devlet bizi dinlemiyor" gibi gerekçeler öne sürmüşlerdi. Gerçekten de o devirlerde devletin Kürtçe yasağı, Kürt köylülerinin zorla köylerinden sürülmesi uygulamaları vardı. Bu da PKK'yı haklı çıkarıyordu. Sonradan anlaşıldı ki devletin bu uygulamaları devlet kadrolarına yerleştirilmiş Batı ajanları tarafından bilinçli olarak yapılıyor. Örneğin köyleri yakılan Kürtler büyük şehirlerin varoşlarında gettolaşıyor, İslami kökenlerinden uzaklaştırılıp PKK'nın ateist ve ırkçı faşist ideolojilerine açık bir hale getiriliyordu. Devletin efsane haline gelmiş beyaz Renault marka taksi ile faili meçhul cinayetler işlemesi de bu planın bir parçasıydı.
Ak Parti'nin 2002 yılında iktidara gelmesiyle işler tersine döndü. İktidarda kadroları yenileyip, yerini bir ölçüde sağlamlaştıran hükümet terör örgütü ile karşılıklı görüşüp yıllardan beri ortaya sürdükleri iddialarını bir de resmi ağızdan dinlemek istedi. Önce Norveç'in Oslo şehrinde PKK sorumluları ile MİT yetkilileri bir araya geldi. Devletler gerektiği zaman savaştıkları düşman ile de konuşur. Bunda karşı çıkılacak bir taraf yoktur. Bu konuşmalar ilk başta devlet başkanlarının el sıkışıp dostça muhabbet yapmalarıyla mümkün olmayacağı için önce gizli servisler aracılığı ile bir temas yapılır. Ortam uygunsa daha ileri saftaki görüşmelere geçilir.
İşte Oslo görüşmeleri bir başlangıçtı. Devletin "Konuşalım, tartışalım, bakalım sıkıntınız neymiş, belki bir çözüm buluruz, siz de bu kalkışmaya son verirsiniz" yönündeki önerileri karşı tarafça da uygun görülmüş olacak ki barış, ya da çözüm süreci dediğimiz iki-üç yıllık dönem başladı. Bu süreç kapsamında devlet ile terör örgütü arasındaki tartışmaları yönlendirecek çeşitli siyasal eğilimlerden oluşan bir "akik insanlar" heyeti kuruldu. Buna karşılık PKK kısa bir süre içinde Türk topraklarındaki eylemlerini sonlandırarak tüm güçlerini Kuzey Irak'a çekeceğini duyurdu.
Ancak olaylar planlandığı gibi gelişmedi. PKK eylemleri durdurmuş gibi görünse de aradan geçen birkaç yıllık süre içinde Güney Doğu bölgesine tonlarca silah yığarak tahkimat yaptı. Sonunda ise 2015-16 yıllarında izlediğimiz ve şehirlerin harap olmasına, yüzlerce insanın ölmesine neden olan hendek savaşları başladı.
Bu arada çok daha büyük kargaşalara neden olabilecek bir tertip devletimizin uyanık davranmasıyla etkisiz kılındı. Terör örgütü tarafından cezaları büyük olmayan bir grup teröristin teslim olmak üzere Habur kapısından giriş yapacağı bildirildi. Onları teslim almak için yetkililer görevlendirildi. Ama teröristler teslim olacak kişiler gibi değil sanki devleti teslim almaya gelmiş kişiler gibi sınırdan giriş yaptı. O sırada terör örgütü tarafından çevreye yığılmış binlerce terör yandaşı vatandaş onları çoşkunca alkışladı. Yasalara göre bu teröristlerin tutuklanarak mahkemeye çıkarılması ve mahkeme kararınca da serbest bırakılması gerekiyordu. Ancak onları tutuklayıp mahkemeye götürmeye çalışmak meydanda büyük bir çatışmanın çıkmasına ve yüzlerce insanın ölümüne neden olabilirdi. Zaten PKK tarafından kurulan tezgah bunu ön görüyordu. Devletimiz işin kolayını buldu, yasanın "mahkemenin yerinde yapılmasına imkan bulunmayan durumlarda mahkeme vatandaşın mekanına gider" hükmüne dayanılarak sınırda bir mahkeme kuruldu ve duruşma yapılarak teröristler serbest bırakıldı. İşte muhalefetin Habur olayı diye dillerine doladığı budur.
Sonrasını biliyoruz. Terör örgütü PKK ve onun uzantısı PYD'nin Türk Devleti ile konuşmak, anlaşmak ve bir çözüm üzerinde anlaşmak gibi bir niyeti olmadığını başta Kürt vatandaşlarımız olmak üzere herkes gördü. Bunun sonunda terör örgütü tarafından güzel sözlerle kandırılan vatandaşlarımızın önemli bir bölümü devletin yanında yer almaya başladılar. Olay budur.
Şimdi güncel bir konuya değinelim. Bir zamanlar oy verdiğimiz, sonraları oy vermesek de hizmetlerini takdir ettiğimiz Behçet Saatcı İYİ Parti'den milletvekili adayı oldu. Hayırlı, uğurlu olsun. Ancak bir sorumuz var bundan on yıl kadar önce HDP teşkilatı Fethiye'de bir merkez açmak istemiş, bir kısım Fethiyeli milliyetçi gençler de bunu protesto ederek sokaklara dökülmüşlerdi. Bu arada hiç kusurları olmadığı halde bazı Kürt kökenli vatandaşlarımız olaylardan zarar görmüş ve baskılar sonucu HDP İlçe tabelası asıldığı yerden belediye araçları tarafından indirilerek merkezin açılmasının önüne geçilmişti. Zamanın Fethiye Belediye Başkanı Behçet Bey de bu milliyetçi gençleri destekleyenler arasındaydı. Biz olayların oluş biçimini uygun görmesek de bu harekete katılan gençlerimiz ile gönül birliğimiz hiçbir zaman eksilmedi.
Soralım, şayet Kılıçdaroğlu seçilirse, Sayın Saatcı HDP'lilerin oylarıyla seçilmiş bir şahsın cumhurbaşkanlığı altında hizmet etmeyi nasıl içine sindirecek.