Gereksiz tartışmalar yok, kavga yok, havada uçuşan sandalyeler yok. Önce bir kaç sanatçı çıkıyor.
Herkes onları izleyip alkışlıyor. Sonra kongreye geçiliyor. Yasanın gereği yapılan görevlendirmeler ve
konuşmalardan sonra genel başkan çıkıyor. Konuşmasını yaptıktan sonra alkışlar arasında yerine
oturuyor. En sonunda önceden hazırlanmış bir liste delegelere dağıtılıyor. Delegeler bir dahaki
kongreye kadar partiyi yönetecek siyasetçileri oy birliği ile seçiyorlar. Kongre yine alkışlar arasında
dağılıyor.
Ak Parti olağanüstü kurultayından söz ediyorum. Siyasetle yakından ilgili olmayan çok kimse kurultay
olacağını bile bilmiyordu. Çünkü kurultay öncesi diğer partilerde görmeye alıştığımız tartışmalı süreç
burada yoktu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yeniden genel başkan seçileceği, çalışma arkadaşlarının da
önceden belirlenip kongrenin onayına sunulacağı ve kabul edileceği bilindiğinden konu medyanın
gündemine düşmemişti. Üstelik kurultay öncesi delege ve diğer alt kademe seçimleri olmadığından
işler bir anda olup bitti.
Buna karşılık CHP kurultayına aylar kala hakkında konuşulmaya başlandı, Önce delege seçimleri, sonra
ilçe seçimleri ve şimdi de il seçimleri. Kongreler alışkın olduğumuz biçimde devam edip gidiyor.
Tartışmalar, kavgalar, itişip kakışmalar, hatta döğüşler, kafada sandalye kırmalar, bunların biri veya
birkaçı mutlaka her kongrede karşımıza çıkıyor. Bakalım kurultayda neler olacak; Kılıçdaroğlu
koltuğunu koruyacak mı, yoksa siyasi eğilimi bakımından Kılıçdaroğlundan hiçbir farkı olmayan, ancak
CHP tabanını tatmin için sahaya sürülen Özgür Özel mi alacak seçimi. Kurultayda kavga çıkacak mı,
çıkmayacak mı. Herkes bunu soruyor şimdi.
Diyeceksiniz ki sen de CHP'yi mahallenin kavgacı çocuğu yaptın çıktın. Hayır, hiç de öyle değil. Diğer
partilerin üyeleri ne kadar kavgacıysa, CHP'liler de üç aşağı, beş yukarı aynı ölçüde kavgacı. Onlar da
85 milyon Türk vatandaşından pek farklı değil. O halde kavga neden özellikle CHP'de patlıyor?
Bunun nedenini sistemde aramak gerekir. Bizim de bir türlü kurtulamadığımız Batı usulü
demokrasilerde doğruların seçim yoluyla belirlenebileceği konusunda temel bir yanlış egemendir.
Halbuki her bir konuda tek doğru vardır. İki nokta arasındaki en kısa yol ikisinin arasına çizilecek bir
doğru çizgidir. Bunun tartışması olmaz. Bu çizginin nasıl çizileceği esas önem taşıyan konudur.
Diktatörlüklerde bu çizgi liderin iki dudağı arasından çıkacak sözle çizilir. Üzerinde fazla düşünülüp
tartışma imkanı olmadığı için de genellikle yanlıştır. Demokrasilerde ise bu çizgi tüm ilgililerin
katılımıyla, aşağıdan yukarıya doğru yavaş yavaş yavaş olgunlaştırılarak çizilip liderin önüne konur.
Liderin her konuyu bilmesi olanaksızdır. O da önüne konulanı biraz inceleyip, ufak değişiklikler yapıp
onaylar. Çok özel durumlarda da kendince sakıncalı gördüğü taraflarını işaret edip yeniden
değerlendirmek üzere kurullara geri gönderir. Sonunda çizgi çizilir ve kitlenin tümünün sahip çıkması
için kongrenin onayına yollanır.
Biz böyle yapmayıp çizginin nasıl çizileceğini kongrelerde kişilerin oy gücü ile kararlaştırmaya
çalışırsak siyaset insanların öne çıkmak, kendi kişisel egolarını tatmin etmek için bir araç olarak
değerlendirilir. Kimin taraftar sayısı daha fazla ise doğru çizgiyi o çizecek diye bir inanış egemen olur.
Bu da CHP bünyesinde gördüğümüz bitmek bilmeyen, ama hiç bir sonuç vermeyen kavgaları ortaya
çıkarır. Hal böyle olunca gerçek çizgi, hatta gidilecek nokta başkaları tarafından belirlenir. Aynen
Deniz Baykalın bir kaset oyunu devrilip yerine Kılıçdaroğlunun getirilmesi gibi.
Denilebilir ki o zaman parlamento seçimlerine ne gerek var. Aksakallılar otursun, ülke için kimin
yönetiminin daha iyi olacağına karar versin, kavga gürültü olmasın. Burada sınıf gerçeğini çok iyi
hatırlamak gerekir . Ülkede çeşitli sınıf ve gruplar vardır, bunların çıkarları farklıdır. Dolayısıyla
yönetime gelirlerse gidecekleri nokta da farklı olacaktır. Bu durumda çizilecek çizgiler de değişik
yönlerde olacaktır.
İşte seçimler burada önem kazanır. Farklı siyasi örgütlerde temsil edilen sınıf ve gruplar kendi
çizgilerinin egemen olması için bilek güreşine girişirler. Sonunda aldıkları oy oranında çizgilerinin
uygulanma gücü ortaya çıkmış olur. Örneğin Türkiye'de şu anda iki temel siyasi çizgi mevcut. Bunların
yönü ve rotası farklı. Bir tanesi tam bağımsız, Türk ve İslam değerlerine bağlı güçlü bir Türkiye istiyor.
Dünya siyasetinde ise Doların egemenliğinden kurtulmuş, çok kutuplu bir düzenden yana. Diğeri ise
Batı ile bütünleşmiş, onun değerlerine tartışmasız bağlı bir Türkiyeden yana. Doların vaz geçilmezliği,
ABD''nin tek dünya egemeni olduğu yılların özlemi içinde. Seçimler bu çizgilerden hangisinin daha çok
taraftarı olduğu, hangisinin daha güçlü olduğunu ortaya çıkarmak için yapılıyor.