Medyanın Gücü
Eskiden başlıca günlük gazeteler İstanbul, Ankara ve İzmirde basılırdı. Bunların Anadolu kasabalarına
gelmesi ise akşamı bulurdu. Uzak kasabalara ise birkaç gün sonra ulaşırdı. Sonra kolayını buldular, her
bölgeye birer matbaa kurdular. İşler daha da çabuklaştı. Bunun yanı sıra yine İstanbul, Ankara ve İzmir
radyoları vardı. Herkes haberler saatinde kulak kesilir onları dinlerdi.
1980 ların sonunda televizyon çıktı. Haberleri görüntülü olarak izlemeye başladık. Renkli TV, internet,
cep telefonu, akıllı telefon derken bütün dünyayı cebimizde taşımaya başladık. İstediğimiz an
istediğimiz bilgiye ulaşabiliyoruz. Ama acaba öyle mi? Bize bilgi, haber diye sunulanın ne kadarı
gerçek, ne kadarı yalan, ne kadarı algı? Bunu ancak yapan bilir. Ancak bildiğimiz şu ki birileri bizi
medya aracılığı ile istedikleri gibi yönlendiriyor, farkında olmuyoruz.
İnsanları kandırmanın en kolay yolu yalan haber yapmak. Olmayan bir olayı gerçekmiş gibi anlatmak.
Ama bu iş her zaman inandırıcı olmuyor. Haberin kurgu olduğu kolaylıkla ortaya çıkıyor. O zaman olay
gerçekten sahneye konuyor, inanmak zorunda kalıyorsunuz. Bundan yirmi beş yıl önceki Aczimendi
olayını çok insan hatırlar. Müslim Gündüz isimli bir şahıs peşine garip kılıklı, uzun saç ve sakallı
insanlar toplayıp, bunlara siyah cübbeler giydirdi büyük şehirlerin sokaklarında yürüttü. Şahsın bir
tarikat şeyhi olduğu, ülkeyi ele geçirmeye çalıştığı iddiaları ortada yayıldı. Çoğu insan korktu bundan.
Ardından hemen Türkiyedeki bütün tarikat ve cemaatler aleyhine bir kampanya başlatıldı. Çoğunun
çalışması engellendi, yöneticileri tutuklanıp yargılandı. Korkanlar bir oh çekti. Sonradan anlaşıldı ki bu
tarikatçı kılığındaki adamlar o zamanlar Batı Çalışma Grubu adı verilen bir askeri cunta tarafından
görevlendirilmiş. Amaç topluma korku salıp bu bahaneyle Müslüman tarikatlara baskı uygulamakmış.
Bir haftadır yine benzer bir olayla karşı karşıyayız. Bu sefer oyun henüz kanıtlanmamış bir olay üzerine
kurgulanıyor. İddiaya göre İslami cemaatlerden birinin ileri gelen hocalarından biri bundan 20 yıl önce
kızı 6 yaşındayken 29 yaşındaki müridiyle düğün yaparak evlendirmiş. Çiftler 20 yıl birlikte yaşadıktan
sonra kadın kocasıyla kavga edip evden ayrılmış ve adamdan şikayetçi olarak başından geçenleri
savcılığa anlatmış. Savcılık da gereğini yapmış ve olayı mahkemeye intikal ettirmiş. Daha henüz
mahkeme görülmeden malum muhalif medyadan bir gazeteci bu olayı kamu oyuyla paylaşmış.
Bizimkiler hemen başlamışlar tarikatlar kapatılsın, laik eğitim istiyoruz gibi her zaman yaptıkları
gibi bağırıp çağırmaya.
Durun bakalım. İddiaya göre ortada bir sapıklık var. Bu sapıklığa kızın babası da ön ayak olmuş. İslam
dini de böyle bir olayı sapıklık olarak görüyor. Şayet olay gerçekse hem cumhuriyet mahkemeleri hem
de İslam hukuku babaya ve damada gereken cezayı verecektir. Olay gerçek olsa bile suçların şahsiliği
ilkesi vardır. Bir kişinin işlediği suç yüzünden o kişinin dahil olduğu topluluğun tamamını
suçlayamazsınız. O zaman örneğin trafik kazası oluyor diye motorlu araçları yasaklayalım, filanca
yerdeki mahalle bakkalı kurtlu fasulye sattı diye ülkedeki bütün bakkalları kapatalım... Bu böyle uzar
gider.
Bunlar modası geçmiş basit yalanlar. Bazı teknikler var ki insan yorumlamakta güçlük çekiyor. Örneğin
bir kısım gerçek olayları önem derecelerine bakmadan sık sık gündeme getirirsiniz. Herkes de merak
eder, bize ne bundan, ikide bir ısıtıp, ısıtıp önümüze koyuyorlar.Amaç zaten önemsiz gibi görünen
olaya ilginizi arttırmaktır. Birgün Afrikada susuzluktan ölen çocukları manşete taşırsınız, ertesi gün
Avustralyayı kasıp kavuran sıcak hava dalgasını anlatırsınız, bir başka gün Arabistan çöllerinde
dolaşan develeri gösterirsiniz. Aklınız bir hafta içinde susuzluk konusuna saplanıp kalır. Tam işi
ısıttığınız zaman filanca köyde inşa ettirdiğiniz sulama kanallarının açılış törenine katılırsınız. Aklı
susuzluğa takılmış vatandaş da sizi çoşkuyla alkışlar.
Bir başka gerçek olay ile bitirelim. Son aylarda özellikle iktidara yakın basın sokak köpeklerine karşı bir
kampanya açtı. Hemen hergün sokak köpeklerinin sebep olduğu olaylar, kazalar, yaralamalar
gündeme getiriliyor. Ölümlü bir trafik kazası üçüncü sayfada yer alırken, sokak köpekleri tarafından
kovalanırken düşüp dizini inciten çocuğun hikayesi manşete çıkıyor. Evet bu da bir haberdir, ama
haberin de önemlisi, ve de önemsizi var. Üstelik sokak köpekleri eski zamanda olduğu gibi kuduz
tehlikesi barındırmıyorlar. 1960 lı yıllarda yılda 50 kişi ortalama kuduz illetinden ölüyormuş.
Geçtiğimiz yıl bu sayı yalnızca bir olarak geçiyor. Demek oluyor ki alınan sağlık önlemleri sonucu
kuduz tehlikesi de ortadan kalkmak üzere.
Şimdi buna hayvansever süslü teyzeler de cevap verdi. Konyadaki bir barınakta bir köpeğe
çalışanların kürekle vurması bahane edilerek köpekleri Konyadan kurtarma kampanyası açıldı.Orası
Konya ya, iktidarın kalesi. Dikkat ettim, Konya belediye yetkilileri bu konuda hiç polemiğe girmedi.
Şimdi bekliyorum sokak köpekleri üzerinden nasıl bir siyasi tartışma ortamı ısıtılıyor. Bakalm,
göreceğiz.