Klasik batı müziğine aşina olmayanların söylediği bir sözdür bu. Bir orkestrada tüm sazlar birlikte çaldığında kulakları bu işe yatkın olmayanlar için çıkan ses korkunç bir gürültü gibi gelir onlara.Halbuki bu sesler arasında da ince bir uyum vardır. Hangi tür müzik olursa olsun tüm notaları aynı beste içinde kullanamazsınız. Klasik müzikte hangi notaların kullanılacağı "gam" olarak isimlendirilir. Türk müziğinde ise çeyrek sesler de işe dahil olur, bizde "makam" vardır.
Bir piyanoyu ele alalım. Klavyedeki siyah ve beyaz tuşların tümünü aynı beste içinde seslendiremezsiniz. Bu tuşların çıkardığı seslerin titreşimleri arasında matematiksel bir oran vardır, yanlış tuşa bastığınızda hemen farklı bir titreşim ortaya çıkar ve uyum bozulur. Denemesi basit; yalnız beyaz tuşları kullanarak düzenleyeceğiniz bir parça Do Majör üzerindendir. Bunları sıradan çalmaya başlarken kazara bir siyah tuşa dokunduğunuzda aykırı bir ses çıkar, bütün düzen şaşar. Bunları çok kez yaparsanız oluşan gürültünün müzikteki adı kakafonidir.
Türk müziği icra ederken de aynı kurallar geçerlidir. Belirli bir makam çalarken birden bire farklı bir makama geçerseniz dinleyiciler üzerinde olumsuz bir etki yaratmış olursunuz. Bu aynen hızla gitmekte olan bir otomobilde anında frene basıp geri vitese takmaya benzer. Onun için müzisyenler bir makamdan başka bir makama geçerken "taksim" denilen kısa parçaları icra ederler. Düşünün bir kere, rast makamı üzerinden sevgilinizin elini tutmuş ağaçlıklı bir yolda yürüyorsunuz. Birden bire segah makamına geçtiniz. O zaman sabah namazını kaçırdığınızı hatırlar, strese girersiniz.
Devlet yönetmek de bir orkestra yönetmek gibidir. Önce çalınacak eser doğru seçilmelidir. Notalar usulune uygun olarak dizilmiş midir. Yoksa gelişigüzel bir programlamayla orkestranın eline verilmiş midir. Orkestrayı yönetecek kişi de önemlidir, müzikten anlamayan, notaları okumasını beceremeyen, çıktığı bütün konserlerde Mozart'ın kapı gıcırtısı konçertosunu icra etmeyi bile başaramayan, sonunda dinleyiciden kafasına çürük yumurta yiyen birini devleti yönetmeye aday göstermek mağlubiyeti baştan kabullenmektir.
Üstelik bu zavallı adamın eline sahne arkasına düştüklerinde sürekli birbirleriyle didişen bir müzisyenler topluluğu vermişiniz. Çalması için de eser diye tüm notaları aynı parça içinde kullanan bir ucube vermişsiniz, yani güçlendirilmiş parlamenter sistem. Adamcağızın kendisi de biliyor bundan bir şey olmayacağını ama girmiş bir kere bu yola, çıkamıyor. Nihavent üzre giderken birden uşşak makamına atlıyor. Sazlar belki bu keskin dönüşte hasar görmüyor ama kulaklar perişan oluyor.
Aylardır herkesi kucaklayan bir siyasetçi birden dönüş yapıyor, ne kadar milliyetçi olduğunu kanıtlamak istercesine esip gürlüyor. Eserin bestekarı bu işlere alışık, onun amacı mümkün olduğu kadar gürültülü bir eser piyasaya sürüp insanları evlerinden, yurtlarından kaçırmak. Bu durum karşısında tepki vermeyip temkinli davranıyor. Bu arada bestekar vekili masanın altından "hop, hop, anladık ama bizi de unutma" diye üç kere vuruyor. Ne yapsın adamcağız, baka kalıyor.
Allah kimseyi düzgün çalınması mümkün olmayan bir besteyi çalmak üzere kavgacı ve beceriksiz müzisyenlerden oluşan bir orkestrayı yönetmek zorunda bırakmasın. Amin demeyeceğim, başa gelen çekilir.