Filistin'in Gazze bölgesinde yönetimde olan Hamas örgütünün geçtiğimiz hafta İsraile saldırmasıyla
başlayan savaş devam ediyor. Filistinliler bir baskın hücum ile İsraile binlerce füze yolladılar. Bu arada
çok sayıda asker İsrail topraklarına sızarak İsrail ordusuyla savaşmaya başladı. Buna cevap olarak da
İsrail tüm hava gücüyle Gazze şeridine saldırdı, he zaman yaptığı gibi yakıp yıktı.
Savaş yaklaşık bir haftadır devam ediyor. Her iki taraftan da yüzlerce ölü ve yaralı var. Başta
Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Rusya, Çin, İslam ülkeleri çatışmaların durması için yoğun çaba
gösterirken, ABD, AB ve diğer Batılı ülkeler İsraile açık destek ilan ederek, Filistine karşı
yaptırımlardan söz ediyorlar. Bu arada çoğu kimsenin kafasında cevabını bir türlü bulamadığı iki soru
dolaşıyor. Filistin İsrailin bu kadar güçlü istihbaratına rağmen bu saldırı hazırlıklarını nasıl olup da
gizledi? İkinci soru da şu ; İsrailin bu saldırıya yoğun bir şekilde karşılık vereceği açık bir gerçek olduğu
halde Hamas yönetimi Gazzede yaşayan bir buçuk milyon insanın güvenliğini neden tehlikeye attı?
Herkes bu sorularla meşgul olurken bizdeki İslam düşmanlarına İslama ve Müslümanlara saldırmak
için bir fırsat çıktı. Bunların bir kısmı savaşı ilk başlatanın Filistin olduğunu söyleyerek açıkça İsrailin
yanında yer aldı. Bir kısmı ise saldırı konusunda bir takım komplo teorilerinin arkasına gizlenerek
Müslümanların bu savaşını küçük düşürmeye çalıştı. Bu arada Arapların Türklerin düşmanı olduğu,
Filistinlilerin Birinci Dünya Savaşında Türk ordusunu arkadan vurduğu, Filistinlilerin Yahudilere
topraklarını satarak İsrail Devletinin kurulmasına yardımcı oldukları gibi hikayeler de havada
uçuşmaya başladı.
Biz burada kısaca gerçekleri açıklayalım. Filistin sorununun başlangıcı 19. yüzyıl sonlarına dayanır. Bu
tarihlerde İngilizlerin başlıca amacı Osmanlı devletini parçalamaktır. Bunun için devletin sınırları
içinde yaşayan Rum, Ermeni,Arap ve Yahudi gibi etnik topluluklara ırkçı milliyetçilik tohumları
yerleştirerek bu unsurların Osmanlıya düşman olması gayreti içindedirler. Yahudiler de bu etnik
grupların içinde olduğu halde ortada bir sorun bulunmaktadır. Yahudilerin Osmanlı toprakları içinde
toplu olarak yaşadıkları bir bölge bulunmamaktadır. İngilizlerin imdadına Theodor Herzl gibi bir kısım
Yahudi düşünürler yetişir. Bunlar Filistin topraklarının kadim Yahudi yurdu olduğu, dünyadaki
Yahudilerin buraya dönüp bir devlet kurmasının uygun olacağı görüşünü savunurlar. Kendi açılarından
haklıdırlar. Çünkü bundan üç bin yıl önce yurtlarından kovularak dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış
Yahudiler gittikleri yerlerde çeşitli sıkıntılar çekmişler ve oradan oraya itilip kakılmışlardır. Herzl
Padişah Abdülhamite giderek Filistinden toprak satmasını ister, ama bu isteği red edilir. Olay birinci
dünya savaşı sonuna kadar sürüncemede kalır.
Savaş sonunda Osmanlı devleti yenilmiş, Filistin toprakları İngilizlere kalmıştır. İngilizler Yahudilerin
Araplardan toprak alması için teşvik eder, onlara çeşitli kolaylıklar sağlar. Bir kısım zengin Filistinli
toprak sahipleri de kendilerine teklif edilen elverişli fiyatları geri tepmeyerek topraklarını Yahudilere
satarlar. Bu topraklara dünyanın çeşitli ülkelerinden Yahudiler getirilerek yerleştirilir. Durumun
kötüye gittiğini gören bazı Filistinli milliyetçiler bir arayış içine girerler. İşte bu sırada İzzettin Kassam
isimli bir din bilgini ortaya çıkar.
1882 yılında doğan Kassam Kahirede El Ezher Üniversitesinde okumuş ve doğum yeri olan Suriyede
hocalık yapmaya başlamıştır. Trablusgarp Savaşı başladığında Filistinden topladığı gönüllülerle
birlikte Osmanlı devletinin yanında savaşmak için Trablusgarba gider. Fakat geç kalmış, Osmanlı
yenilmiştir. Birinci Dünya Savaşı başladığında Osmanlı Ordusuna asker olarak yazılır ve kendisine
tabur imamı görevi verilir. Yine gönüllüleriyle birlikte İngilizlere karşı savaşa katılır ve çeşitli yararlıklar
gösterir. Savaştan sonra doğum yeri olan Suriyeye gider ve oradaki Fransız işgaline karşı kitleleri
örgütlemeye başlar. Ancak Fransızların kendisine idam cezası vermesiyle Filistine kaçar ve
faaliyetlerini burada sürdürür. O tarihlerde Yahudilere yapılan toprak satışlarına şiddetle karşı çıkar.
Sonunda İngilizlerin takibine uğrar ve yer altına iner. Topladığı küçük milis gruplarıyla İngiliz ordusuna
hücum ederek onları rahatsız eder. Sonunda İngilizler onu yakalar ve 1935 yılında idam ederler. Şimdi
Hamas silahlı kuvvetlerine onun ismi verilmiştir.
Filistinliler Türk ordusunu arkadan vurdu hikayesini de anlatalım ve yazımıza son verelim. İngilizler
her zaman yaptıkları gibi Osmanlı Devletini bölmek için çalışmaktadır. Bu arada en büyük yem ise
Araplardır. Çünkü ümmeti bölmek demek işin yarısını bitirmek demektir. Bunun 19. yy başlarında
devlete isyan eden Abdullah İbn-i Suud isimli bir hoca kışkırtılarak saflara çekilir. Suud dedesi
Abdülvehhabın kurduğu ve Kuranda ve Sünnette olmayan herşey batıldır felsefesine dayanan bir
İslami akımın temsilcisidir. Bu akım Suud eliyle siyasi bir tehlike haline gelince devlet buna müdahale
etmiş ve Suud yakalanarak İstanbulda Padişah II Mahmut huzurunda idam edilmiştir.
Suudun sülalesi Vehhabi akımının temsilcisi olarak Hicazda yayılmış ve Birinci Dünya Savaşına
geldiğimizde Suudun torunu Mekke Emiri Şerif Hüseyin yine dini gerekçeler göstererek Osmanlı
Devletine isyan etmiş ve İngilizlerin safında yer almıştır. Emirin emrindeki Bedeviler özellikle İngiliz
kuvvetleriyle birlikte çekilmekte olan Osmanlı ordusuna sadırılar düzenlemişler ve Filistin cephesinde
ordumuzun büyük kayıplar vermesine neden olmuşlardır. İşte Araplar (Filistinliler) ordumuzu arkadan
vurdular hikayesinin aslı budur.
Biz burada ümmet içindeki tartışmalar sonunda kâfir olan düşmanın safına geçmek ne kadar
doğrudur diye soruyor ve günümüzde benzer davranışlarda bulunanları kendilerini bir kere daha
sorgulamaları konusunda uyarıyoruz.