Bunu hep yazarım; eskiden sevgililer trende, otobüste yolculuk ederken başkaları görmesin diye
paltolarının altından el ele tutuşurlar, birbirlerinin yüzüne bakarak tatlı tatlı sohbet ederlerdi. İşi biraz
daha ileri götürmek isteyenler bir sinemaya girer, orada birbirlerine daha yakın olurlardı. Bazan fazla
ileri gittikleri olur, arkalarında oturan birisi;hop dedik, aile var diye onları uyarırdı.
Şimdi işler değişti; kızla erkek sanki küs gibi oturuyorlar. Ellerinde birer telefon yazıp duruyorlar.
Sevgilim, seni çok seviyorum. Öteki gülümsüyor, hemen telefona satılıyor;ben de seni aşkım. Kimi
zaman işler ters gidiyor. Kızın birden suratı asılıyor, yazmaya başlıyor;hadi oradan terbiyesiz, ben
senin bildiğin kızlardan değilim. Seni abime söylersem görürsün. Yolculuğun devamında telefonlar
kapatılıyor, her ikisi de gözlerini karşı tarafa dikip oturuyorlar.
Bu internet teknolojisi bizi şaşkına çevirdi. Birbirimizin yüzüne bakıp konuşmayı neredeyse unuttuk.
Elimize alıyoruz telefonu, başlıyoruz yazmaya. Otobüste, trende, evde karı koca arasında. Evli
olmadığım için bilmiyorum. Motor üstünde, özellikle araç sollarken telefon ile oynamak bir sürücü
becerisi olarak anlaşılıyor belki de.
Gençler konuşmayı unuttu. Bir şeyler sorduğun zaman cevabını biliyor olsa bile boş boş suratınıza
bakıyorlar. Neden sonra kekeleyerek bir kaç kelam ediyorlar.
Siyasiler de bu mesajlaşma illetinden nasibini aldı. Bir şirketle anlaşıyorlar, ellerindeki taraftar
listesine göre bu şirket her Cuma, bayram bu adreslere mesaj gönderiyor. Ama siyasetçi bu mesaj
gönderdiği kişilerin belki de hayatta hiç yüzünü görmemiş, tesadüfen karşılaştıklarında yanındakine
soruyor;Kim bu adam yahu? Bana doğru geliyor. Ötekisi işin farkında değil, siyasinin kendini
tanıdığını sanarak adamın ellerine sarılıyor.
İşin en dikkat çeken tarafı artık siyasi tartışmalar da klavye üzerinden yapılıyor. Eline klavyeyi geçiren
başlıyor yazmaya. Uzaktan atmak kolay, nasıl olsa suratına yumruk yeme tehlikesi yok. Başlıyor
saydırmaya. Ötekisi bunu okur mu, okumaz mı, o da belli değil. Hoş okusa bile belki anlık kızacak ama,
kendisine saydıran adamı bulana kadar siniri geçecek. İnsan davranışları bile artık klavyeye bağımlı
oldu.
Bu mesajlaşma illeti insanların tartışma adamını da etkiledi. Eskiden adan gibi tartışırdık, Karşımızda
bir insan olduğunu bilir, gereğinde sesimizi kısar, saygılı davranmaya çalışırdık. Cevabı aldığımızda ise
bazen onun haklılığına inandığımız olur, sesimizi keserdik. Şimdi duvarlar ötesinden istediğimiz kadar
bağırıyoruz. Nasıl olsa sesimiz duyulmuyor. Saydır babam, saydır. Adam sana dokunmaz ki, Olsa olsa o
da saydırır. Korkaklar için bulunmaz bir teknoloji.
Bir kısmı ise imalı konuşuyor klavyede. Kime, ne dedikleri belli değil. Anlayan anladığı kadar anlasın.
Bu kadar anlamsız bir şey görmedim. Sözünü ettiğin adam zaten konuyu bildiği için kime ne dediğini
anlıyor. Ama konuya uzak olan üçüncü şahıslar, onlar ne yapacak. Kafalarında binbir soru işareti ile
acaba bunlar ne demek istiyor diye düşünüp duruyorlar. O zaman neden bizi meşgul ediyorsunuz.
Kişiler girsin böyle işlere, ama siyasiler de el attı bu gizemli mesajlaşma sanatına. İsim vermeden
başlıyorlar karşılarındaki hakkında konuşmaya. Arkadaş, ismini ver adamın. Korkuyorsan ondan
siyaseti bırak, köşene çekil. Yoksa çık karşısına adamın, hem de böyle buzlu cam ekranının gerisinde
değil, açık havada, meydanda, cemaat önünde. Söyle söyleyeceğini. O da duysun, herkes de öğrensin.
Bakarsın o da cevap verir, bir ortak noktada buluşursunuz.
Adamdan neden çekiniyorsun? Söylediklerin yalan mı? İftira mı atıyorsun adama? Doğruyu
konuşursan zaten o da sıkıntıya düşecek sana cevap vermekte zorlanacaktır. Amaçladığın bu değil mi?
Eskiler tüfenk icat oldu, mertlik bozuldu demişler. Biz de mesaj icad edildi mertlik bozuldu diyoruz.