YALANCILIK
Güzel ahlâk sahibi insanın kaçınması gereken tutum ve davranışların başında yalancılık
gelmektedir. Bu kapsamda birey, hem yalan konuşmaktan hem de yalancı şahitlikten uzak
durmak zorundadır.
Türkçe’de yalan, Arapça’da kizb kelimeleriyle ifade edilen yalancılık “herhangi bir konuda
gerçeğe aykırı bilgi veya haber vermek, sözün hakikate uygun olmaması”
anlamlarına gelmektedir. Yalan doğruluğun zıddıdır.
Yüce Allah, inançlı, insanî ve ahlâkî değerleri içselleştirmiş bireye yalan konuşmayı
Yasaklamakta ve doğru sözlü olmayı emretmektedir. Bu konuda Kur’ân’da “Ey iman edenler!
Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin!” buyrulmaktadır. Âyette “dünyada Allah’a itaat etmek ve ahirette cezalandırılmaktan korkmak, Allah’a saygı duymak, O’na karşı sorumluluğunun bilincinde olmak, farzları yerine getirip haramlardan sakınmak ve manevi ruh olgunluğuna sahip olmak, Allah’ın muhafazasına girmek, emrini tutup azabından korunmak Yüce Allah’a karşı gelmekten sakınmak ve O’nun ilâhî mesajına duyarlılık göstermek” gibi anlamlara gelen takvâ emri ile doğru söz söyleme emri bir arada kullanılmıştır. Bu durum, doğru sözün, takvânın gereği olduğunu göstermektedir. Bu şekilde takvâya uygun doğru söz söylemeyi şiar edinen birey, sıddîk (özü-sözü bir, dosdoğru insan) vasfının yanı sıra Yüce Allah’ın katında şahit olma makamına erişecektir. Onlara muhteşem mükâfatlar vardır. Yalancıların durağı ise cehennem olacaktır.
İslâm’da yalan konuşmanın yanı sıra yalancı şahitlik yapmak da yasaklanmaktadır. Bu
konuda Kur’ân’da, “Ey iman edenler! Kendiniz, ana-babanız ve en yakınlarınızın aleyhine bile olsa,
Allah için şahitlik yaparak, adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz)
zengin veya fakir bile olsalar (adaletten ayrılmayın). Zira Allah her ikisine de daha yakındır.
Dolayısıyla adaleti yerine getirme konusunda nefsinize uymayın. Şayet (şahitlik ederken gerçeği)
çarpıtırsanız ya da (şahitlikten) çekinirseniz biliniz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir
topluma olan kininiz, sakın sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Âdil olun! Bu, Allah’a karşı gelmekten
sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan
haberdardır.” buyrulmaktadır. Bu âyetlerden şu sonuçlar çıkarılabilir:
* Müslüman, şahitliği Allah rızası için yapmak zorundadır.
* Müslüman, adaleti ayakta tutmakla mükelleftir.
* Kur’ân’da insanların siyasi, sosyal ve ekonomik statülerine ya da yakınlık derecelerine
göre şahitlik yasaklanmıştır.
* Yüce Allah, kullarının durumlarını tayin etmeye veya onları korumaya insanlardan daha
yakındır.
* Şahitlikte nefsine uyan adaleti yanıltır.
* Gerçeği çarpıtmak ve şahitlikten vazgeçmek, Yüce Allah’ın katında hesaba konu
davranışlardır.
* Bir kişi veya topluma duyulan kin ve nefret, adaletin yerini bulmasına engel teşkil
etmemelidir.
* Âdil olmak, takvâya uygun bir davranıştır.
Hz. Peygamber (s) de yalan konuşmayı yasaklamaktadır. O, “…Yalandan sakının. Yalan
insanı günaha, o da cehenneme götürür. Kişi durmadan yalan söyler ve yalan araştırırsa Allah
katında yalancılardan yazılır.
Yalandan sakının. Zira yalanla günah yan yanadır ve her ikisi de
insanı cehenneme götürür”
ifadeleri ile yalanın hem çirkin bir davranış hem de insanı hüsrana
götüren bir günah olduğunu vurgulamaktadır. O, yalanı münafıklık alameti ve muhataba
ihanet olarak değerlendirmektedir.
İslâm’da hem yalan konuşmak hem de yalancı şahitliği yapmak imanla ilişkilendirilmekte
ve bu olumsuz davranışlar başlı başına insanî ve ahlâkî bir sorun olarak algılanmaktadır. Zira
yalan söyleyen birey muhatabını aldatmakta; yalancı şahitliği yapan da bilerek ve kasten gerçeğe
aykırı beyanatta bulunarak adaleti yanıltmaktadır. Yalancı şahitlikte bulunan, belki de hiç
tanımadığı insanların aleyhine sonuçlanacak biçimde hakikati tersyüz etmektedir. Bu çirkin
davranışın aynı zamanda kul hakkı olduğu da açıktır. Bunun bilinmesine rağmen, İslâmî ve
ahlâkî terbiyeden yoksun kişiler, söz konusu kul hakkını üstlenme pahasına da olsa yalancı
şahitliği yapmaktadırlar. Halbuki Hz. Peygamber (s), “Bizi aldatan bizden değildir.”
buyurarak, aslında bu davranışların mü’min kişiden ne denli uzak olması gerektiğine vurgu yapmaktadır.
Güncel ve ahlâkî bir problem olan yalan söylemenin pek çok türü vardır. Bu bağlamda,
muhataba gerçeğin dışında aktarılan bütün sözler, sadece yalandır. Yalanın bir türü de iletişim
teknolojisinin gelişmesiyle yayılmaya başlamıştır. Yalanın bu türü şu şekilde cereyan etmektedir.
Bir kişiyi başka bir kişi cep telefonundan aradığında, aranan kişi telefonunu kendisi açmayıp eş,
çocuk ya da etrafındaki diğer insanlara açtırmakta ve kendisinin o esnada orada bulunmadığını
söylettirmektedir. Halbuki kendisi o sırada oradadır. Orada olmasına rağmen bu yalan bilgiyi
karşı tarafa ilettiren kişi, sadece yalan söylemekle kalmamakta, başta çocuklar olmak üzere
çevresindeki insanlara da yalan söylemeyi öğretmektedir.
Yalan söylemek ve yalancı şahitliğinde bulunmak, aynı zamanda ahiret inancıyla ilgili bir
konudur. Zira yalan söyleyerek muhatabını aldatan, yalancı şahitliği yaparak da adaleti yanıltan
kişi bu çirkin ve ahlâk dışı davranışından dolayı ahirette hesaba çekilecektir. Allah’a ve ahiret
gününe gerçekten iman eden bir Müslüman, yaptığı ibadetlerin sevabından eksiltilerek hakkını
ihlal ettiği kişiye verileceğine mutlak anlamda inansa, bu davranışlarda bulunamaz. Meselenin
bu boyutuyla da ele alınıp irdelenmesinin bireylere ahlâkî güzellik kazandırmada katkı
sağlayacağını düşünmekteyiz.
Hulasa yalan konuşmak ve yalancı şahitlik yapmak, İslâm’da kesin bir dille
yasaklanmaktadır. Bu olumsuz davranışlar, asla müslümana yakışmaz. Dolayısıyla güzel ahlâkı
bir değer olarak gören ve Kur’ânî ilke ve erdemlerle ahlâkını güzelleştirmeyi hedefleyen bireyin
yapması gereken, özü-sözü bir ve dosdoğru olmak, yalan konuşmamak ve şahitliğine
başvurulduğunda gerçeği tüm çıplaklığıyla anlatarak adaletin yerini bulmasına katkı
sağlamaktır.