Geçmişin derinliklerinde, kerpiçten yapılmış evlerde yaşayan insanların günlük yaşamları, teknolojiye erişimin olmadığı dönemleri gözler önüne serer. O dönemdeki insanlar, yaşamlarının çoğunu doğal döngülerle uyum içerisinde sürdürürken, çevreleriyle olan ilişkileri daha derin ve samimiydi. Elektriğin, akıllı cihazların ve konforlu yaşam alanlarının eksikliği, belki de onları daha sade, ama bir o kadar da mutlu kılıyordu. Her köşesi sıcak bir dostluk, sevgi ve anlayışla dolu olan bu eski evlerde, yaşamın basit ama anlamlı detayları, insanları birbirine bağlayan en önemli unsurlardı.
Bugünün dünyasına baktığımızda, teknolojinin sunduğu imkânlar hemen gözler önüne serilir. Her odada sıcak-soğuk suyun akması, televizyonların ve modern mutfak aletlerinin varlığı, yaşam alanlarını lüks ve konfor dolu hale getirmiştir. Ancak bu lüksün arkasında olan bir gerçek var ki, o da insanlık durumunun giderek erozyona uğradığı gerçeğidir. İletişim araçlarının gelişmesiyle, dünya üzerindeki mesafeler kısalmış, fakat insan ilişkileri derinlikten yoksun hale gelmiştir. Artık aynı sokağın başındaki komşuyla bile tanışmamakta, kaldığımız yüksek binalarda birbirimizi tanımadan geçip gitmekteyiz.
Geçmişte insanların birbirleriyle olan ilişkileri daha samimiydi. Sevda yüklü mektuplar yazmak, günlerce beklemek ve o mektubun gelmesini sabırla arzulamak, insanları birbirine yakınlaştıran bir eylemdi. O evlerde, akşamları gaz lambasının ışığında geçirilen zaman, dost sohbetleriyle dolup taşarken, şimdi dijital dünyada geçirilen zaman çoğu zaman yalnızlık ile sonuçlanmaktadır. Her ne kadar görüntülü konuşma imkânı bulsanız da, yüz yüze etkileşimin yerini almak mümkün değildir. Bu kadar yakın olmalarına rağmen, insanlar arasında derin anlamlı ilişkilerin inşa edilememesi, modern yaşam tarzının en büyük ironilerinden biridir.
Şimdi, tüm bu teknolojik gelişmelerle insanlığımızın nasıl bir değişim geçirdiğini sorgulamamız gerekiyor. Hızla değişen dünya düzeni, bireyleri yalnızlaştırırken, iletişim biçimlerimizi de yüzeyselleştirmiştir. Artık saygı ve sevgi kavramlarının aşındığını; büyüğe saygının, küçükten alana sevginin giderek azaldığını görmekteyiz. İnsanlar, ilişkilerini sosyal medya mecralarında sürdürmeye çalışırken, zamanla bu platformlar gerçek anlamda bir “topluluk” olma hissini zayıflatıyor. Gerçek bir topluluk hissetme arayışı içinde olan insanlar, sanal dünyada kaybolmuş hissediyor.
Sonuç olarak, bizler teknolojinin sunduğu tüm imkanlarla hayatlarımızı kolaylaştırıyor olabiliriz; fakat bu sürecin bedelini insanlığımızı yitirerek ödemekteyiz. Günümüz çağında konforlu yaşam alanları, akıllı cihazlar ve modern iletişim metodları ile donatılmış bir yaşam sürüyor olmamız, ruhsal huzur ve mutluluğu garanti etmiyor. Aslında, belki de geçmişteki insanların mutluluk kaynağı, sahip oldukları sade hayat ve güçlü insan ilişkileriydi. Şimdi yapmamız gereken, geçmişten ders çıkararak, hem teknolojik gelişmeleri kucaklamak hem de insanlığımızı, saygı, sevgi ve anlayışla yeniden inşa etmektir. Unutmamak gerekir ki, zenginlik maddi olan değil, yaşanan paylaşımlardan ve birbirimize duyduğumuz sevgiden oluşmalıdır.