İnfak, dinî bir kavram olarak, Allah’ın rızasını kazanma niyetiyle harcamada bulunmak ve maddi veya manevi yardımlarda bulunmak anlamına gelir. İslâm kültüründe infak, yalnızca malın bir kısmını başkalarına vermekten ibaret olmayıp, aynı zamanda ruhsal bir olgunluk ve insanî değerleri geliştirme sürecidir. İnfak, insanı maddi dünyanın esaretinden kurtararak, içsel huzur ve vicdan rahatlığına ulaştıran bir ibadet olarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda, infakın ruhsal boyutu, bireyin kendisini gerçekleştirmesi ve manevi hayatını zenginleştirmesi açısından oldukça mühimdir.
Kur'an-ı Kerim’de infaka dair belirtilen ayetlerden biri olan “Allah yolunda infak edin. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İyilikler, en güzel olanlardır” (Bakara, 195) ifadesi, infakın yalnızca bir sosyal sorumluluk değil, aynı zamanda bir ibadet olduğuna da işaret eder. Bu bağlamda, infak, bir müminin dine olan bağlılığını ve Allah’a olan itaatini gösteren bir eylem olarak kabul edilir.
İnfak, insanı ruhsal ve karakter gelişimi açısından da önemli bir rol oynar. İslam düşüncesinde, infak eylemi, başkalarının ihtiyaçlarını gözetmenin yanı sıra, insanın kendi nefsini terbiye etmesine, cömertlik, merhamet ve yardımlaşma erdemlerini kazanmasına yardımcı olur. Ömer bin Abdülaziz’in ifadesiyle; “Namaz, seni yolun yarısına; oruç, tam Melik’in kapısına iletir. Sadaka ise, Melik’in huzuruna çıkarır.” Bu söz, infakın yüceliğini ve ruhsal anlamda insanı ulaştırdığı yüksek konumu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Her müminin çevresinden sorumlu olduğunu unutmamak gerekir. Muhtaçların ve mazlumların feryatlarına duyarsız kalmak, bireyin vicdanına bir yara açabilir. Dolayısıyla, infakla dolu bir yaşam sürmek, müminin karakterini zenginleştirirken, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı da güçlendirir. Cenab-ı Hakk’ın rızkı yaratıklar arasında dağıttığı gerçeği, müminleri muhtaçlara yardım etmeye teşvik eden bir faktördür. Bu yardımlaşma, yalnızca maddi bir yükümlülük değil, aynı zamanda manevi bir vazifedir.
Hazret-i Mevlânâ’nın ifadesi ise bu anlamda çok derindir: “Bedenden, maldan, mülkten kaybetmekte, ziyâna uğramakta rûha fayda vardır; mal; bağışlamakla, infak etmekle, görünüşte elden çıkar ama, onu verenin gönlüne yüzlerce manevi hayat gelir!” Bu tasavvur, gerçek huzur ve mutluluğun kaynağının cömertlik ve paylaşmaktan geçtiğini net bir biçimde ortaya koymaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de infaka verilen önem, zekât kavramından çok daha fazladır. Zekât, sadece belirli bir zenginlik seviyesindeki müminler için farz iken; infak, zengin ya da fakir herkesin yerine getirmesi gereken ilahi bir emirdir. Bu açıdan bakıldığında, infakın bir sosyal sorumluluk boyutu olduğu gibi, aynı zamanda bireysel bir ibadet olarak değerlendirilmesi gerektiği de anlaşılmaktadır. Allah katında infakın değeri, verilen miktardan ziyade, infak edenin niyeti ve fedakarlık derecesi ile doğru orantılıdır. Efendimiz’in (s.a.v) “Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir” sözü, bu bağlamda çok anlamlıdır.
İnfakın nasıl verileceği konusunda da önemli bilgiler vardır. Kur’an’da Cenâb-ı Hak, “O (takvâ sahipleri) ki bollukta da darlıkta da Allah için infâk ederler” (Âl-i İmrân, 134) buyurarak, infakın her durumda yapılması gerektiğini belirtir. Özellikle zor zamanlarda infak edenlerin elde ettiği sevaplar, bol zamanlarda yapılanlardan daha değerli görülmektedir. Sahabe-i kirâmın, maddi imkânı olmadan bile yardımlaşma gayesiyle çaba sarf etmeleri, bu gerçekliğin en güzel örneklerinden biridir.
Sonuç olarak, infak, yalnızca maddi yardımda bulunmak değil, aynı zamanda bir ruhsal olgunlaşma ve toplumsal sorumluluk olarak ortaya çıkan vazgeçilmez bir ibadettir. İnfak, bireylerin manevi yönlerini güçlendiren, ruhsal huzur getiren ve toplumsal bağları kuvvetlendiren bir eylemdir. Bu anlamda infak, her müminin hayatında yer alması gereken, ihmal edilmemesi gereken bir ibadettir. Unutulmamalıdır ki; infak, bireysel bir erdem olmanın ötesinde, toplumsal düzenin tesis edilmesinde de önemli bir rol oynamaktadır.