İslâmiyet, kadına büyük bir mevki ve şerefli bir makam vermiştir. Bu durum, hem Kur'an-ı Kerim'deki birçok ayet hem de Hz. Muhammed'in (s.a.v.) hadisleriyle pekiştirilmektedir. Cenab-ı Hak, "Ana-babanıza öf bile demeyin." (İsra, 17/28) buyurarak, aile bireylerine karşı duyulması gereken saygıyı ve sevgiyi vurgulamakta, özellikle annelerin değerini yüceltmektedir. Peygamber Efendimiz de "Cennet anaların ayakları altındadır." (Suyûtî, el-Camiü’s-sağir, 3642) ifadesiyle annelerin, dolayısıyla kadınların, toplum içindeki önemi ve değerine dikkat çekmektedir. Bu bağlamda, İslâm'da erkek ve kadın eşitliği meselesi sıkça tartışılan bir konu olmuştur. Ancak bu tartışmalar, genellikle yüzeysel kalmakta ve İslâm'ın derin anlamını göz ardı etmektedir.
İslâm'da kadın-erkek eşitliğinin olmadığını savunan görüşler, temelinde bir yanlış anlamaya dayanır. Cenab-ı Hak, insanları sonsuz hikmetle yaratmıştır ve erkek ile kadının yaratılışında fıtrattan kaynaklanan farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıkların göz ardı edilmesi, hem bireyin hem de ailenin yapısını olumsuz yönde etkileyebilecek bir yaklaşım olacaktır. Ancak bu farklılıkların eşitlik yerine üstünlük ya da aşağılık durumu yaratmadığını vurgulamak elzemdir. Kadın ve erkeğin her biri, toplum ve aile için farklı görevlere ve özelliklere sahiptir.
Erkekler, fiziksel güç, cesaret ve teşebbüs kabiliyetlerinde daha ileri iken, kadınlar şefkat, hassasiyet, vefa ve sadakat gibi donanımlara sahiptir. Bu farklılıklar, aile içinde uyum ve dengeli bir yaşam sürdürmek için gereklidir. İslâm toplumunun temeli olan aile yapısı, bu farklılıkların birleşimiyle kuvvetlenir. Her iki tarafın üstün meziyetleri, ailenin ihtiyaçlarını karşılamanın yanı sıra mutluluğu sağlama konusunda da önemlidir.
Erkeklerin güç ve kuvvet yönündeki üstünlükleri, aile içinde sorumluluk sahibi olmalarını gerektirmektedir. Cenab-ı Hak, bu sorumluluğu erkeklere vermiştir; onlara, ailelerine maddi ve manevi açıdan yardım etme, koruma ve gözetme görevini yüklemiştir. Bu gerçek, "Erkekler, kadınlar üzerine yönetici ve koruyucudurlar. Çünkü Allah, bazılarını diğerlerinden üstün kılmıştır." (Nisa, 4/34) ayetiyle açıkça ifade edilmektedir. Bu ayet, erkeklerin ailedeki yönetimrollerini belirlerken, aynı zamanda kadınların değerini ve faziletini de gözler önüne sermektedir.
Kadınların, kocalarına karşı itaati, İslâmiyetin sunduğu bu düzenin bir parçasıdır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir husus bulunmaktadır: Aile reisi olmanın, Allah katında üstünlük anlamına gelmemesidir. Kur'an'a göre, üstünlük takva iledir. Takva, en yalın biçimiyle, Allah'a karşı duyulan saygı ve günahlardan sakınmayı içerir. Nitekim bir bireyin, cinsiyetine bakılmaksızın, toplumsal ve ailevi hayatta üstünlüğü, onun takva derecesiyle ölçülmektedir.
Aile içindeki nizam ve ahengin devamı için erkeğin, aile reisi olması şarttır. Kadının da ona itaat etmesi, bu nizamın devamlılığı için gereklidir. Mutlak eşitlik iddiası, bu itaati zedeleyebilir ve aile içindeki dengeleri sarsar. Bu durum, hem huzursuzluğa hem de boşanmalara yol açabilmektedir. İslâm, ailevi yapının korunması ve bireylerin huzurlu bir yaşam sürmesi için gereken düzenlemeleri yapmış, böylece toplumsal başıboşluk ve yıkımı önlemeyi hedeflemiştir.
Sonuç olarak, İslâmiyetin kadına verdiği değer, onu toplumsal yaşamdaki ve aile içindeki konumuyla keskin bir şekilde ortaya koymaktadır. Kadın, İslâm'da hem bir nimet hem de bir sorumluluk olarak değerlendirilmiştir. Aile yapısındaki rollerin belirlenmesi, farklılıkların getirdiği zenginliği ve uyumlu bir yaşamı destekleyecek nitelikte tasarlanmıştır. Bu nedenle, İslâm'da erkek ve kadın arasındaki ilişki, sadece cinsiyet eşitliği üzerinden değil, aynı zamanda rol ve sorumluluklar üzerinden de değerlendirilmelidir. Böylelikle aile, sağlıklı bir şekilde yapısını sürdürebilir ve topluma fayda sağlama noktasında etkin bir şekilde işlev gösterebilir.