Birleşmiş Milletler (BM) 79. Genel Kurulu oturumu, liderler ve üst düzey temsilcilerin katılımıyla New York'ta başladı. Oturuma, BM 79. Genel Kurul Başkanı Philemon Yong'un başkanlık etmesinin yanı sıra BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'in yaptığı açılış konuşması damgasını vurdu. Türkiye, bu önemli uluslararası platformda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından temsil ediliyor. Erdoğan, katılım için Türkevi'nden BM binasına yürüyerek geçti. Bu süreçte eşi Emine Erdoğan, Cumhubaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun ve diğer kurmaylarıyla birlikte hareket ettii
Cumhurbaşkanı Erdoğan Genel Kurul'daki konuşmasında şu ifadelere yer verdi
Sayın Başkan,
Değerli Devlet ve Hükümet Başkanları,
Sayın Genel Sekreter,
Kıymetli Delegeler,
Sizleri şahsım, ülkem ve milletim adına en kalbi duygularımla, saygıyla selamlıyorum.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na bugün bir kez daha seslenme fırsatı bulmaktan büyük bir bahtiyarlık duyuyorum.
79’uncu Genel Kurul’un ülkelerimiz ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.
Genel Kurul Başkanlığını tamamlayan Sayın FRANSİS’i tebrik ediyor, bu görevi devralan Sayın YANG’a başarılar diliyorum.
Uzun mücadeleler neticesinde dost ve kardeş Filistin’in Temsilcisini, üye ülkeler arasında hak ettiği yerde görmekten duyduğumuz memnuniyeti burada ifade etmek istiyorum.
Atılan bu tarihi adımın, Filistin’in Birleşmiş Milletler üyeliğine giden yolda artık son dönemeç olmasını temenni ediyorum.
Filistin’i tanımayan diğer devletleri de, bu çok kritik dönemde tarihin doğru tarafında yer alarak, Filistin devletini bir an evvel tanımaya davet ediyorum.
Kıymetli Delegeler…
Buradaki dostlarımın çoğunun ekranlarda seyrettiği krizleri biz anbean yaşıyor ve yönetmeye çalışıyoruz.
Dolayısıyla bugün sizlere gerilimlerin uzağında değil, tam kalbinde yer alan bir ülkenin lideri olarak sesleniyorum.
Birileri rahatsız olsa da, birileri şahsımızı yine hedef alacak olsa da, bugün burada, insanlığın ortak kürsüsünde, insanlık adına bazı gerçekleri açık açık konuşmak arzusundayım.
Bakınız… şu an çatısı altında bulunduğumuz Birleşmiş Milletler, milyonlarca insanın hayatını kaybettiği İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası barışı ve güvenliği korumak amacıyla kuruldu.
Birleşmiş Milletlerin kuruluşuyla birlikte küresel istikrara, huzura ve adalete dair beklentiler yeniden yeşermiş, barış umutları yeniden filizlenmişti.
Ancak üzülerek görüyoruz ki; son yıllarda Birleşmiş Milletler kuruluş misyonunu ifa etmekte yetersiz kalıyor; giderek işleviz, hantal ve atıl bir yapıya dönüşüyor.
“DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR” şiarının temsil ettiği değerlere, bugünlerde daha fazla ihtiyaç duyuyoruz.
Uluslararası barış ve güvenliğin imtiyazlı 5 ülkenin keyfine bırakılmayacak kadar önemli olduğuna şahitlik ediyoruz.
Bunun en dramatik örneği, Gazze’de 353 gündür devam eden katliamdır.
7 Ekim’den beri aralıksız süren İsrail saldırılarında 41 bini aşkın Filistinli hayatını kaybetti.
Çoğu çocuk ve kadın 41 bin can, 41 bin insan, hem de acımasız bir şekilde hayattan kopartıldı.
Yine çoğu çocuk 10 binden fazla Gazzelinin nerede olduğunu kimse bilmiyor.
Aynı şekilde 100 bine yakın insan yaralandı, sakat kaldı.
Zor şartlar altında görevini yapmaya çalışan 172 gazeteci öldürüldü.
Hayat kurtarmak için çalışan 500’ü aşkın sağlık görevlisi öldürüldü.
Açlıkla, susuzlukla boğuşan Gazze halkının imdadına koşan insani yardım görevlileri, 210’dan fazla Birleşmiş Milletler personeli öldürüldü.
Savaşta dahi dokunulmaması gereken 820 camiyi, 3 kiliseyi vurdular.
Onlarca hastaneyi, yüzlerce okulu, hasta taşıyan 130’dan fazla ambulansı vurdular.
Birleşmiş Milletler kürsüsünden Birleşmiş Milletler Şartını parçalayarak, bir de utanmadan tüm dünyaya, vicdan sahibi tüm insanlara işte buradan, bu kürsüden meydan okudular.
Dostlarım…
İsrail’in “temerküz kampına” çevirdiği hapishanelerinden sızan görüntüler, nasıl bir zulümle karşı karşıya olduğumuzu çok net biçimde gösteriyor.
İsrail’in saldırıları sonucunda Gazze, dünyanın en büyük çocuk ve kadın mezarlığı haline gelmiştir.
17 binden fazla çocuk İsrail’in kurşunlarının, bombalarının hedefi oldu.
HİND RECEP, sadece 6 yaşındaydı.
Yakınlarıyla güvenli bir yer ararken araçları İsrail güçleri tarafından vuruldu.
Dayısı, yengesi, kuzenleri herkes ölmüş, sadece o hayatta kalmıştı.
Tam 12 gün boyunca çaresizce kurtarılmayı bekledi.
“BENİ ALMAYA GELECEK MİSİNİZ, KORKUYORUM” diyerek bir yardım elinin 12 gün boyunca kendisine uzanmasını bekledi.
Dünyamızın geldiği seviyeye, elimizin altındaki teknolojiye rağmen; çatısı altında binlerce personel çalıştıran devasa bütçeli kuruluşlarımıza rağmen, 8 milyarlık insanlık ailesi olarak, henüz 6 yaşındaki bir kız çocuğunu, gözlerimizin önünde çırpınan yaralı bir serçeyi maalesef kurtaramadık.
Bir lokma kuru ekmek, bir yudum su, bir tas çorba bulamadığı için bugüne kadar yüzlerce Gazzeli çocuk öldü, halen de ölüyor.
Gazze’de sadece çocuklar değil; aynı zamanda Birleşmiş Milletler sistemi ölüyor, hakikat ölüyor, batının savunduğunu iddia ettiği değerler ölüyor, insanlığın daha adil bir dünyada yaşama umutları tek tek ölüyor.
Buradan açık açık soruyorum…
EY İNSAN HAKLARI ÖRGÜTLERİ!
Gazze’dekiler, Batı Şeria’dakiler insan değil mi?
Filistin’deki çocukların okuma, yaşama, sokakta oynama hakkı yok mu?
EY ULUSLARARASI BASIN KURULUŞLARI!
İsrail’in canlı yayında katlettiği, ofislerini bastığı gazeteciler, sizin meslektaşınız değil mi?
EY BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜVENLİK KONSEYİ!
Gazze soykırımının önüne geçmek; bu zulme, bu barbarlığa “dur” demek için daha neyi bekliyorsunuz?
Filistin halkıyla birlikte kendi vatandaşlarının canını tehlikeye atan, siyasi ikbali için tüm bölgeyi savaşa sürükleyen katliam şebekesini durdurmak için daha neyi bekliyorsunuz?
EY İSRAİL’E KAYITSIZ ŞARTSIZ DESTEK VERENLER!
Bu katliamı seyretmenin, buna ortak olmanın utancını daha ne kadar taşıyacaksınız?
Kıymetli Dostlarım…
Gazze’de, Ramallah’ta, Lübnan’da çocuklar ölürken, bebekler kuvözde can verirken, maalesef, uluslararası toplum da çok kötü bir sınav vermiştir.
Filistin’de yaşananlar, bakınız, çok büyük bir ahlaki çöküşün göstergesidir.
Bütün dünya halklarının, ülke liderlerinin, uluslararası kuruluşların bu acı tablo üzerinde düşünmesi gerektiğine inanıyorum.
Burada bir gerçeği de açık ve net söylemek istiyorum.
İsrail yönetimi, temel insan haklarını hiçe sayarak, bir millete, bir halka karşı etnik temizlik, apaçık bir soykırım uygulamakta, topraklarını adım adım işgal etmektedir.
Özgürlüğü, bağımsızlığı, en temel hakları gasp edilen Filistinliler ise, son derece haklı bir biçimde, bu işgale, bu etnik temizlik faaliyetlerine karşı “MEŞRU DİRENİŞ HAKLARINI” kullanmaktadır.
Filistin halkının topraklarını işgal edenlere karşı sergilediği haklı direniş, gayri meşru gösterilemeyecek kadar asildir, onurludur, kahramancadır.
Buradan, bir kez daha, canları pahasına vatanlarını savunan Filistinli kardeşlerimi yürekten selamlıyorum.
İsrail’in Filistin halkına yönelik saldırganlığının tek nedeni, bir avuç ülkenin İsrail’e olan kayıtsız-şartsız desteğidir.
İsrail üzerinde etki sahibi ülkeler “tavşana kaç, tazıya tut” politikasıyla bu katliama açıkça ortak oluyor.
Sahne önünde güya ateşkes için uğraşanlar; arka planda katliamlarını sürdürebilmesi için İsrail’e silah ve mühimmat göndermeye devam ediyor.
Bu, tutarsızlık ve samimiyetsizliktir.
Bakınız… Mayıs ayından beri gidip gelen bir kâğıt var.
HAMAS ateşkes teklifini kabul ettiğini defalarca ilan etti.
Ama İsrail hükümeti işi sürekli yokuşa sürerek, sürekli bir bahane bularak, ateşkese en yakın olunduğu zamanda müzakere ettiği muhatabını kalleşçe öldürerek barışı istemeyen taraf olduğunu çok net biçimde gösterdi.
İsrail’in oyalama ve aldatma hamlelerine daha fazla prim verilmemelidir.
2735 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının uygulanmadığı bir ortamda, İsrail’e yönelik zorlayıcı tedbirler gündeme alınmalıdır.
İsrail’in tutumu bir kez daha göstermiştir ki, uluslararası toplumun Filistinli sivillere yönelik bir koruma mekanizması geliştirmesi zaruridir.
Bundan 70 sene önce nasıl HİTLER, insanlığın ittifakıyla durdurulmuşsa, Netanyahu ve cinayet şebekesi de “insanlığın ittifakıyla” durdurulmalıdır.
Genel Kurul’un “1950 tarihli Barış İçin Birlik Kararında” mevcut olduğu gibi kuvvet kullanma tavsiyesinde bulunma yetkisinin, bu süreçte mutlaka değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Acil ve kalıcı ateşkes sağlanmalı, rehine-mahkûm takası gerçekleştirilmeli, insani yardımlar engelsiz ve kesintisiz olarak Gazze’ye ulaştırılmalıdır.
Bilhassa şartların iyice kötüleşeceği kış mevsiminden önce, çok zor koşullar altında hayatta kalmaya çalışan Gazze halkına yardım eli uzatmamız gerekiyor.
Bakınız şu an Gazze’deki su kaynaklarının yüzde 70’i, fırınların yüzde 75’i tahrip edildi.
Sağlık merkezlerinin yüzde 95’i kısmen veya tamamen zarar gördü.
150 bin konut tamamen, 200 bin konut kısmen yıkıldı, 80 bin konut oturulamaz hale geldi.
Çocuk felci, hepatit başta olmak üzere bulaşıcı hastalıklar giderek artıyor.
Gazze halkı, ihtiyacı olan yardım miktarının 4’te birine ancak ulaşabiliyor.
Türkiye olarak, ilk günden itibaren Filistinli kardeşlerimize yönelik insani yardım faaliyetlerimizi sürdürdük, sürdürüyoruz.
60 bin tonu aşan yardım miktarıyla Türkiye, Gazze’ye en fazla yardım gönderen ülke konumundadır.
Aynı şekilde İsrail’le olan ticari işlemleri durdurarak, bu konudaki hassasiyetimizi ortaya koyduk.
Artık hepimiz şu gerçeği görebiliyoruz:
41 bin insanı katledenler, talimatı verenden tetiğini çekene, bombayı bırakana kadar işledikleri suçların hesabını vermeden vicdanlar rahata kavuşamaz.
Yıkılan, yok edilen, enkaza çevrilen şehirlerde oluşan milyarlarca dolarlık hasarın faturası, faillerden mutlaka tazmin edilmelidir ve edilecektir.
İsrail’in işlediği suçların cezasız kalmaması için Güney Afrika Cumhuriyeti tarafından Uluslararası Adalet Divanı’nda açılan davayı destekliyoruz.
Müdahillik başvurusunda bulunduğumuz bu davada adaletin tecelli etmesi için gereken her türlü adımı atacağız.
Nablus’ta barışçıl bir protesto eylemi sırasında İsrail askerleri tarafından başından vurulan AYŞENUR EZGİ EYGİ kızımızın da kanının yerde kalmaması için her türlü hukuki mücadeleyi vereceğiz.
Gazze’de ateşkes acil ihtiyaç olsa da, asıl sorun Filistin topraklarının İsrail tarafından işgal edilmesidir.
1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan, bağımsız, egemen ve coğrafi bütünlüğü haiz bir Filistin Devleti’nin vücut bulması önemlidir.
İlk kıblemiz Mescidi Aksa’ya ve Haremi Şerif’e yönelik artan saldırıları da yakından takip ettiğimizin bilinmesini isterim.
Tüm bunları söylerken, Tayyip Erdoğan olarak, bu kürsüde hamasetin diliyle konuşmuyorum.
Burada tarihimden, ecdadımın vicdanlı, adaletli duruşundan aldığım cesaretle konuşuyorum.
Çünkü biz, tarih boyunca daima mazlumun yanında, zalimin ve zulmün karşısında olmuş bir milletiz.
Bundan 500 yıl önce engizisyondan kaçan Musevilere de, Hitlerin toplama kamplarından kaçan Yahudilere de kucak açtık.
Bizim, ülke ve millet olarak, açık söylüyorum, İsrail halkına yönelik herhangi bir düşmanlığımız yoktur.
Müslümanların sırf inançlarından dolayı hedef alınmasına nasıl karşıysak, ANTİ-SEMİTİZME de aynı şekilde karşıyız.
Sorunumuz, İsrail hükümetinin katliam politikalarıyladır.
Sorunumuz, tıpkı 5 asır önce olduğu gibi yine zalimle ve zulümledir.
Şunu herkes bilsin ki, biz hakkı haykırmaktan çekinmeyiz.
Birileri rahatsız olsa da doğruları söylemekten korkmayız.
İnşallah sonuna kadar haklının yanında durmaya; doğru bildiklerimizi acı da olsa söylemeye devam edeceğiz.
Buradan; inanç, ülke, dil, din ayrımı yapmadan Filistin halkıyla dayanışma sergileyen, hemen her hafta sokakları doldurarak Gazze’deki katliam karşısında sesini yükselten tüm yürekli insanlara, özellikle üniversiteli gençlere teşekkür ediyorum.
Kıymetli Delegeler…
İhtilafın 14’üncü yılında Suriye de maalesef istikrardan hâlâ uzaktır.
Terör ve bölücü örgütlerin pençesindeki ülkede ekonomik ve insani durum vahametini koruyor.
2254 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı temelinde siyasi sürecin ilerletilmesini ve milli uzlaşının sağlanmasını temenni ediyoruz.
Gerçekçi bir diyalogdan yana olan tutumumuzu, samimiyetle sürdürme kararlılığındayız.
Komşumuz Irak, terörle mücadelesini sürdürürken; kalkınma, yeniden imar ve bölgesiyle yeniden bütünleşme yolunda kararlı adımlar atıyor.
Uluslararası toplum Irak’ın bu gayretlerine destek vermelidir.
Kalkınma Yolu Projesi gibi, tüm bölgeye fayda sağlayacak girişimlerin hayata geçirilmesi bu bağlamda önemlidir.
Tüm bu çabaların başarısı, PKK başta olmak üzere Irak’taki terör tehdidinin bertaraf edilmesine bağlıdır.
Bir diğer komşumuz İran’la Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nı canlandırma yolunda adımlar atılmasının, bölgede güven ve istikrar ortamının tesisine katkı sağlayacağına inanıyoruz.
Ukrayna’daki savaş üçüncü yılını bitirirken, adil ve kalıcı bir barışın tesisinden halen uzaktayız.
Silahlanma yarışı hızlandıkça diplomasinin alanı giderek daralıyor.
Savaşın, Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve egemenliği temelinde, diplomasi ve diyalogla sona erdirilmesine yönelik çabalara olan desteğimizi daha da artıracağız.
Yine bu süreçte Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni titizlikle uygulamaya devam edeceğiz.
Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki barış sürecini destekliyor, çalışmaların en kısa sürede müjdeli haberlerle neticelenmesini temenni ediyoruz.
Türkiye-Ermenistan kulvarında da karşılıklı olumlu adımlar atıyoruz.
Azerbaycan-Ermenistan barış sürecinde kaydedilebilecek gelişmeler, Türkiye-Ermenistan normalleşme sürecine de olumlu yansıyacaktır.
Değerli Dostlarım…
Ayrılmaz bir parçası olduğumuz Balkanlar’ın refah ve huzuru için yapıcı rol oynuyor, bölgedeki tüm aktörlerle yakın işbirliği içinde hareket ediyoruz.
Bosna Hersek’in egemenliği, siyasi birliği ve toprak bütünlüğünün önemini Barışı Uygulama Konseyi Yönlendirme Kurulu üyesi olarak her platformda vurguluyor, YUFOR-ALTEA Harekâtı’na olan katkımıza devam ediyoruz.
Geçen yıl üstlendiğimiz KEY-FOR komutanlığını başarılı bir şekilde sürdürüyor, Belgrad-Priştine Diyalog sürecini destekliyoruz.
Ege Denizi ve Doğu Akdeniz'i, ilgili tüm tarafların meşru menfaatlerine saygı duyulan bir istikrar ve refah bölgesi olarak görmek istiyoruz.
Deniz yetki alanlarının uluslararası hukuka göre sınırlandırılması, seyrüsefer serbestisi ve emniyeti ile deniz ticareti konuları başta olmak üzere işbirliğinin geliştirilmesi tüm bölgenin müşterek menfaatinedir.
Türkiye, enerji ve çevre başta olmak üzere her konuda yapıcı işbirliğine hazırdır.
Komşularımızdan da aynı yaklaşımı bekliyoruz.
Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip ülke olan Türkiye’nin anahtar rolü yadsınamaz.
Kıbrıs Adası’nın kuzeyi ve batısında, ilan edilmiş kıta sahanlığında Türkiye’nin, Ada’nın tümünün etrafında ise Kıbrıs Türklerinin hakları vardır.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın üzerinden 50 yıl, Rumların ortaklık devletini gasp etmesi sonucunda Kıbrıs meselesinin ortaya çıkmasının üzerinden ise 61 yıl geçti.
O günden bugüne kadar Ada’da barış ve sükûnet hakim oldu.
Kıbrıs meselesine adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüm getirilmesi için samimi irade ortaya koyan taraf, daima Kıbrıs Türkleri ve Türkiye’ydi.
Federasyon modeli artık geçerliliğini tamamen yitirmiştir.
Ada’da iki ayrı devlet ve iki ayrı halk vardır.
Kıbrıs Türklerinin müktesep hakları olan egemen eşitlik ve eşit uluslararası statüleri yeniden tescil edilmeli, tecrit artık son bulmalıdır.
Bugün uluslararası toplumu bir kez daha Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımaya, diplomatik, siyasi ve ekonomik ilişkiler kurmaya davet ediyorum.
Libya’da istikrarın tesisine; ülkenin birlik ve bütünlüğünün muhafazasına aktif destek sağlıyoruz.
Tüm devletleri bu hassas dönemde, Libya’nın yanında samimi bir şekilde yer almaya, taraflar arasında güven tesisine katkı vermeye çağırıyoruz.
Sudan’daki çatışmaların sona ermesi için daha fazla çaba harcamalıyız.
Çatışmalar sebebiyle yerlerinden edilmiş milyonlarca Sudanlıya insani yardım ulaştırılması noktasında hepimize sorumluluk düşüyor.
Afrika; genç ve dinamik nüfusu, zengin doğal kaynakları ve verimli geniş topraklarıyla, çok büyük bir potansiyele sahiptir.
Eşit ortaklık ve karşılıklı saygı ilkeleri temelinde, Afrika halklarıyla Kıta’nın barış, istikrar ve kalkınma çabalarına destek veriyoruz.
Afrikalı kardeşlerimizle tam bir dayanışma içinde olmayı sürdüreceğiz.
ASEAN başta olmak üzere Hint Okyanusu’na Kıyıdaş Ülkeler Birliği ve Pasifik Adaları Forumu gibi bölgesel kuruluşlarla angajmanımızı derinleştiriyoruz.
Yükselen ekonomileri bir araya getiren BİRİKS’le ilişkilerimizi geliştirme irademizi canlı tutuyoruz.
Orta Asya ülkeleriyle köklü bir tarihi paylaşıyor; işbirliğimizi ikili ve çok taraflı zeminde daha da güçlendiriyoruz.
Türk Devletleri Teşkilatımız giderek bir cazibe merkezine dönüşüyor.
Gözlemci üyeler Macaristan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de katkılarıyla Teşkilat, örnek bir işbirliği modeli haline geliyor.
Türk dünyası olarak birlik ve beraberliğimizi daha da tahkim edeceğiz.
Çin’in egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı çerçevesinde; güçlü tarihi, kültürel ve beşeri bağlarımızın bulunduğu Uygur Türkleri’nin temel hak ve özgürlüklerinin korunması için Çin’le yakın diyalog halindeyiz.
Latin Amerika ve Karayipler’deki tüm ülkelerle kurmuş olduğumuz dostane bağları daha ileri bir aşamaya taşımaya gayret ediyoruz.
Kıymetli Delegeler…
Küresel adaletsizliğin giderilmesi için birlikte çalışmak mecburiyetindeyiz
Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin “kimsenin geride bırakılmaması” anlayışı bu gayretler bakımından yol göstericidir.
Milli gelirine oranla en fazla yardım yapan ülkelerden biri olan Türkiye’nin faaliyetleri, Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine ulaşılmasına katkı sağlıyor.
Üyesi olduğumuz G20 başta olmak üzere tüm uluslararası platformlarda adil, kapsayıcı büyüme ve kalkınmayı temin edecek çalışmalara destek veriyoruz.
Yapay zekâ dahil çığır açan ileri teknolojilerin dönüştürücü gücünden tüm milletlerin eşit şekilde yararlanması gerektiği kanaatindeyiz.
Evsahipliği yaptığımız En Az Gelişmiş Ülkeler için Birleşmiş Milletler Teknoloji Bankası bu yöndeki çabalarımızın somut bir tezahürüdür.
Ancak geçtiğimiz hafta Lübnan’a yönelik gerçekleştirilen “siber terör saldırıları”, aynı zamanda bu teknolojilerin nasıl ölümcül bir silaha dönüşebildiğini de göstermiştir.
İklim değişikliğini de benzer yaklaşımla ele almaktayız.
Bakınız hiçbir ülke emisyon azaltımı ve iklim değişikliğine uyum sürecini tek başına göğüsleyemez.
Gelişmekte olan ülkeler için en önemli hususlar; finansman, teknoloji transferi ve kapasite geliştirmedir.
Bakü’de düzenlenecek KOP29 İklim Zirvesi’nin bu meselelerin çözümüne katkı yapacağına inanıyorum.
Daha sürdürülebilir ve temiz bir dünya vizyonuyla eşim Emine Erdoğan Hanımefendi’nin himayesinde başlattığımız Sıfır Atık Hareketi’ni Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 105 ülkenin ortak sunuculuğunda oybirliğiyle kabul edilen kararla küresel boyuta taşıdık.
Buradan tüm ülkeleri, uluslararası teşkilatları ve sivil toplum kuruluşlarını hareketimize ortak olmaya davet ediyorum.
İslam ve yabancı düşmanlığı ile ırkçılığın zehirli bir sarmaşık gibi dünyayı sarmakta olduğunu görüyoruz.
Camilere ve mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’e yönelik saldırılara şahit olmadığımız neredeyse tek bir gün yok.
Avrupa’nın ortasında etnik ve dini kimlikleri nedeniyle insanların evleri ateşe veriliyor, hayatlarına kastediliyor, en temel hakları göz göre göre gasp ediliyor.
Büyüyen bu tehlikeyi kimse daha fazla görmezden gelemez.
15 Mart 2024 tarihinde kabul edilen karar tasarısının öngördüğü şekilde, en yakın zamanda Birleşmiş Milletler’de “İslamofobiyle Mücadele Özel Temsilcisi” atanmasını bekliyoruz.
Kıymetli Dostlarım…
Geçen sene bu kürsüde gündeme getirdiğim bir tehlikeye karşı bugün bir kez daha dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Toplumun temel direği olan aile kurumuna yönelik saldırılar giderek yoğunlaşıyor.
2024 Olimpiyat Oyunları’nın açılışında sahnelenen rezalet, insanlık olarak karşı karşıya olduğumuz tehdidin boyutlarını gözler önüne sermiştir.
Masum çocukların, her yaştan ve inançtan yüz milyonlarca insanın izlediği bir spor etkinliği, hem de çok çirkin bir şekilde, cinsiyetsizleştirme propagandasına alet edilmiştir.
O kötü sahneler, sadece Katolik alemini, Hristiyan dünyasını değil; Müslümanları ve kutsala saygısı olan herkesi derinden yaralamıştır.
Cinsiyetsizleştirme meselesi bir “tercihten” ziyade, artık küresel bir dayatmaya, tam anlamıyla kutsala ve fıtrata karşı bir savaşa dönüşüyor.
Bu yıkım projesi karşısında ses çıkaran, en ufak bir tepki gösteren herkes susturulmakta, linç kampanyalarının hedefi olmaktadır.
Ne pahasına olursa olsun Türkiye, bu kuşatmayı yarmakta, bu korku iklimine direnmekte kararlıdır.
Bu amaçla Birleşmiş Milletler Ailenin Dostları Grubuna üye olduk.
İnşallah diğer üye ülkelerle dayanışma içinde aileyi, insanı, fıtratı savunmaktan geri durmayacağız.
Bizimle aynı endişeleri paylaşan ülkeleri de bu mücadeleye omuz vermeye davet ediyorum.
Bu düşüncelerle 79’uncu Genel Kurul’un tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Hepinizi bir kez daha sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Kalın sağlıcakla…