On altıncı yüzyılın başlarında yaşamış Firdevsi-i Rumi isimli yazarın Münazara-i Seyf-i Kalem adlı eserini biraz Türkçeleştirdim, o kadar. Yazar bu eserinde savaş ile kazanılanın hukuk ile sağlamlaştırılacağını söylüyor. Şimdi bu da nereden çıktı?
Birileri uzun süredir Lozan Cumhuriyetin tapusudur diye söylenip duruyorlardı. Biz Lozan Anlaşmasının zamanın koşulları içinde, Kurtuluş Savaşımızın kazanımlarını kağıda döken bir anlaşma olduğunu söylüyor, üzerinde tartışma yapmayı tarihçilere bırakarak günümüzde bu belgenin tarihi b ir belge olmak dışında hiçbir geçerliliği olmadığını söylüyorduk. Anlaşılan Lozan yetmemiş ki Cumhuriyetin tapusunu sağlamlaştırmak için son zamanlarda işin içine Montrö'yü de kattılar. TBMM Başkanı Mustafa Şentop'un "Biz istersek bütün anlaşmaları değiştiririz" sözünü çarpıtarak Montrö elden giderse Boğazlar elden gider demeye başladılar. Kanal İstanbul'a karşı olan çevreler de bu söyleme hemen sarılarak "Kanal İstanbul yapılırsa Montrö hükümsüz kalır" gibi bir laf çıkardılar. Bu heyecanlı hava içinde prostat nedeniyle geceleri bir türlü rahat uyku uyuyamayan bir grup emekli Amiral muhtıra kokan bir bildiri yayınlayarak Montrö'yü savunmaya, hükümeti tehdit etmeye çalıştılar.
Biz her ne kadar bu amiral eskilerinin sözlerini cevap vermeye değer bulmasak da okuyucularımızın aydınlanması açısından Boğazlar konusunda biraz konuşalım. Uluslararası hukuka göre Marmara bir iç denizdir. Onu Karadeniz ve Ege'ye bağlayan Boğazlar da bu nedenle kayıtsız şartsız Türkiye'nin egemenliğinde olması gerekir. İstanbul'un fethinden 1918 yılında işgaline kadar bu böyle sürmüştür. 1923 yılında Lozan Anlaşması yapılırken ne yazık ki Boğazların egemenliğini kazanamadık. Boğazların idaresi İngiliz ve Fransızların yönettiği bir komisyona verildi, buna ek olarak Türk ordusunun Boğazlara 20 kmden fazla yaklaşması yasaklandı. Eleştirenler bunu bir hezimet olarak görse de yazarın deyimiyle o tarihte kılıç artık körelmişti, işgal donanmasını kovmak için elimizde bir kayık bile yoktu. Ülke savaş sonu bitap düşmüştü. Zorunlu olarak Batı'nın şartlarını kabul ettik.
1930'lara gelindi dünya üzerindeki dengeler değişti. Avrupa'da Sovyetler Birliği'nin yanı sıra savaştan yenik çıkan Almanya da güçlendi. İngiliz ve Fransızlara karşı bir denge oluştu. İşte Atatürk bu durumu çok iyi değerlendirerek Boğazlar konusunu tekrar gündeme getirdi. İsviçre'nin Montrö şehrinde toplanan bir konferansta Batılılar taleplerimizin çoğunu kabul etmek zorunda kaldılar. Türk ordusu Boğazlara girdi. Gereken tahkimatlar yapıldı. Ancak yabancı gemilere Boğazlardan geçiş serbestliği tanındı ve geçişlerin nasıl olacağı bir kısım kurallara bağlandı. Türkiye de altına imza koyduğu bu kurallara uymak taahhüdünü verdi. Böylece bu anlaşma Boğazlarda tam egemenliğimizi ön görmese bile yabancı gemilerin geçiş düzenlemesine uymak dışında bir sorumluluğumuz yok.
Şimdi bazıları diyor ki Montrö Cumhuriyetin tapusudur. Nasıl bir tapuysa bu? Montrö'yü tek taraflı olarak yürürlükten kaldırırsak hiç bir şey olmaz. İngiliz ve Fransızlar gelip Boğazları işgal edemez. Zaten Fransız donanması Doğu Akdeniz'e bile gelmekten korkuyor. O halde Boğazlar tam egemenliğimiz altına girer; örneğin geçirmek istemediğimiz bir gemiyi "Bunun rengini beğenmedik, şöyle canlı renkli, çiçekli bir boya at buna, sonra yine gel" deme hakkımız olur.
Biz Montrö Anlaşmasının mevcut haliyle kalmasına taraftarız, hükümet olarak da bir değişiklik isteğinin olmadığını biliyoruz. Şöyle ki gemilerin geçişi konusundaki düzenleme Türkiye'yi bu konuda bir sorumluluk almaktan kurtarıyor. Böylelikle büyük devletlerin olası talepleri karşısında zor durumda kalmak tehlikesi ortadan kalkmış oluyor. Sıkıntılı bir durumda altında çok sayıda devletin imzasının bulunduğu sözleşmeye atıfta bulunarak işin içinden çıkıyoruz.
Bu arada bir hatırlatma yapalım; sözleşmeye göre Türk Hükümetinin geçen gemilere yaptığı hizmetler karşılığı altın Fransız Frangı ile ödenmek zorunda. Altın Fransız Frangının değeri ise yıllardır güncellenmedi. Öğrendiğimiz kadarıyla devletin geçiş hizmetlerinden elde ettiği kazanç yaklaşık yıllık 150 milyon dolar. Ancak altın Frangın değeri güncellenmiş olsaydı bu rakamın 3 milyar doları bulacağı hesaplanmakta. Biz yine de Montrö sever ihtiyarlara soralım; madem devleti bu kadar düşünüyorsunuz neden bu altın Frank konusunu şimdiye kadar gündeme getirmediniz. Yoksa sözleşmeyi hiç okumadınız mı?
Bir soru da sizlere soralım; Kanal İstanbul yapılırsa Montrö Sözleşmesi nasıl olup da tehlikeye girer. Sözleşmede kanal yapılırsa sözleşme iptal olur diye bir madde mi var. Düşünün bulun.
https://www.youtube.com/watch?v=Whwx12vu_bk (Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isteyenler)